Kişilikli Doğuyu ararken

Etyen Mahçupyan

Osmanlı’nın son üç yüzyılı bir Doğu ülkesini Batılı yapma uğraşı içinde geçti. İttihatçıların ideolojik ve zihni mirasını devralan Kemalizm ise bu hayali kendi misyonu kıldı. Ne var ki yürütülen pozitivist dönüşümcülük stratejisi bu topraklarda bir Batı değil, kişiliğini zedelemiş, eziklik duygusunu böbürlenerek atlatmaya çalışan, kendisini Batı’ya kanıtlama peşinde bir Doğu yarattı. Cemaatçi bir imparatorluk bakiyesini ‘millet’ kılma projesinin bedeli toplum olma imkanının elden kaçırılması ile sonuçlandı. Cumhuriyet modernlik adına baskı politikalarını kullandığı ölçüde, buna uyum sağlayanlardan oluşan bir ‘laik cemaat’ ortaya çıktı ve kadim cemaatler hiyerarşisinde en tepede yerini aldı. Yeni rejim, devletin sahiplendiği ‘laiklerin’ bilerek ya da bilmeyerek, farkında olsalar da olmasalar da imtiyaz kullandığı ve bu imtiyazlara titizlikle sahip çıktığı bir sistem oluşturdu. Diğer bir deyişle Cumhuriyet cemaatçi yapıyı pekiştirmekle kalmadı, kültürel farklılıkları ideolojikleştirdi.

***

Yapının ne denli kırılgan olduğunu anlamak için ilk otuz yılın bir diktatörlük olduğunu, mecburen çok partili hayata geçildikten sonra da irili ufaklı bir sürü darbe girişimi yaşadığımızı hatırlamak yeter. Cumhuriyet’in ‘ilelebet’ veya 28 Şubat’ın ‘bin yıl’ yaşayacağı türünden söylemler de aslında bu kırılganlığın bilinçaltına yerleştiğinin ve siyaseti taşıyan ana dürtünün ‘korku’ olduğunun göstergeleriydi. Ne var ki hep söylendiği üzere, korkunun ecele faydası yok… Zihinsel ve fiziksel açıdan uygun bir dünya konjonktürü ile birlikte, 20. Yüzyılın modernlik atılımı bir tarihsel paranteze dönüştü. Cemaat hiyerarşisinde alt statüye sahip Sünni Müslümanlar merkezi yeniden inşa etme fırsatını yakaladılar.

Böylece bugün içinde olduğumuz çok ilginç ve kendine özgü bir deneyim sürecine girdik… Doğu bir yandan kendi gerçek kişiliğini bulmak, ama aynı anda da Batı’nın ve küresel dünyanın eş düzeyli üyesi olmak peşinde. İğdiş edilen karakterini bir biçimde ‘eskiye’ dönerek yakalaması, bugünlere taşıyıp ihya etmesi lazım. Ama aynı zamanda geleceğe ‘kement atan’ bir özgün Doğu modernliğinin de hamurunu karması lazım. Ve bütün bunların bu geçiş sürecinde hem kavganın içinde kalarak, hem de sanki kavga yokmuşçasına basiret ve kuşatıcılık içinde yürütülmesi, yönetilmesi lazım…

AKP’nin tarihsel misyonu buydu ve liderlik kadrosu bunu sezgisel olarak kavramış durumdaydı. İktidarın kaybedilmesinin ne anlama geleceğini biliyorlardı ve bu tarihsel dönemeç geçilene kadar bütün seçimlerin kazanılması gerektiğinin farkındaydılar. Çünkü söz konusu dönüşümü sanki her şey ‘normalde’ seyrediyormuşcasına hayata geçirmek zorundaydılar. Zor kullanarak yapılan dönüşümlerde yönetim kendi normallerinin ne olduğunu tebliğ edebilir ve halkı da buna uymaya zorlayabilir. Ama zamana yayılan bir uğraş içinde, var olan sistemi içerden dönüştürmek gibi bir hedefiniz varsa kendi normalinizi ‘eski normalin’ içinde yaşarken üretmeniz lazım. Oysa söz konusu ‘eski normalin’ taşınması hiç de kolay ve kazasız olmayabilir…

***

Doğu’nun kişiliksizleşerek Batılılaşması hiçbir zaman Batılı olmaması demek... Doğu’nun kendi kişiliğine sahip çıkarak Batılılaşması ise özgün bir senteze muhtaç ve sonucu belirsiz… AKP bu sentezi, kişiliksizleştirme mahareti yüksek bir siyaset ve devlet zemini üzerinde kurgulamak zorundaydı. Üstelik kavganın hakemi olması beklenen Batı bu alanda yetersizdi… Çünkü onların kendi tarihsel gelişimleri sonucu ortaya çıkmış olan ‘normal’ burada yaşanana hiç uymuyor. Batı bize anormal durumlar karşısında bile normal davranmayı öneriyor ve ‘güçlü’ demokrasinin ancak böyle oluşacağını söylüyor. Ne var ki Batı’nın anormali ile Doğu’nun anormali farklı! Çünkü henüz toplum olamamış bir cemaatler düzeninde, nasıl yönetileceği ile değil, kimin yöneteceği ile ilgili bir ‘demokrasi’ içindeyiz.

Bu nedenle Doğu’da anormal duruma normal davrandığınızda anormal daha da pekişebiliyor ve bir hamle sonra sizin daha da anormal davranmanızı gerektiren bir durum ortaya çıkıyor. Bunun sonucu kavganın derinleşmesi ve krizdir. Hukuk devleti için asgari bir normalliğin yerleşmesi şart iken, Türkiye’de bu nedenle hala ‘hukuk öncesi’ dönemdeyiz… Hukuk bir hakemlik kurumu olmak bir yana kavganın asli alanlarından birini oluşturuyor.

Açıktır ki bir ideolojinin veya sosyal kesimin siyasi hedeflerine aracı olan bir hukuk ve yönetim sistemi geleceğin normali olamaz. Hükumet bu kavgayı kazanmak zorunluluğu duygusuyla anormaller arasında gidip gelerek, bir ‘temizlik’ harekatı sonucu normali yakalamayı umuyor olabilir... Ama çare maalesef anormalin sistemleşmesi ve yerleşmesi değil. Anormalden medet ummak sizi hızla anakronik yapabilir çünkü…

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (25)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.