Siyaset alanının kutuplaşması yeni siyasi aktörlerin sahneye çıkmasını zorlaştırır. Her iki tarafta yaşanan bloklaşma, partileri tahkim eder, seçmen bağını pekiştirir ve parti içi siyaseti de kadük eder. Bütün siyasi enerji ‘öteki’ tarafa nasıl zarar verilebileceği üzerine yoğunlaşırken, kendi içindeki yanlışlar göz ardı edilir. Siyaset giderek bir rekabet sisteminden uzaklaşıp, düşmanca duygu ve stratejilerin arenası haline gelir…
***
Bizdeki durum da esas olarak böyle… Bir tarafta yüzde 45 civarında oyu tek başına taşıyabilen, aynı anda kategorik sevgi ve nefret nesnesi olabilen AK Parti var. Diğer tarafta ise dar kimliksel ve ideolojik kalıplara sıkışmış MHP ile HDP ve tarihsel yükünü durağan bir siyasi pozisyona tahvil ederek kendisini dondurup korumaya almış CHP… AK Parti ve CHP kutuplaşmanın getirilerinden memnun oldukları için, eleştirel siyasi enerjiyi neredeyse zararlı buluyorlar. Küçük partilerde ise ya ideoloji nedeniyle katı bir disiplin söz konusu, ya da rekabetin ufalanma anlamına gelebileceğinden korkuluyor.
Sonuçta Türkiye siyasi sistemi 2016 başından bu yana bir derin çatışma, içe kapanma ve savunma atmosferine kaymış durumda. Ülkeyi yönetme konusunda işbirliği arayışı olmadığı gibi, herkes diğerinin yanlışından ‘ekmek’ çıkarmayı siyaset olarak görüyor.
Böyle bir ortamda Meral Akşener’in İyi Parti’si doğal olarak her kesimden insanın ilgisine mazhar oldu. Bu hareketin temsil ettikleri ya da söyledikleri nedeniyle değil, sırf yeni bir alternatifin gündeme gelmesi sayesinde. Soru İyi Parti’nin bu potansiyelini somut siyasi bir getiriye tahvil edip edemeyeceği… Nitekim önümüzdeki bir yıl gerçek bir sınav niteliği taşıyacak. Çünkü başarı, partinin siyasetteki boşluğu ne denli doğru algıladığı ve bazı temel kriterler ışığında ev ödevini ne derece iyi yaptığıyla bağlantılı olacak.
Herhangi bir partiyi değerlendirirken en azından on ölçüt söz konusu. Partinin ideolojisi, programı, siyasi kimliğini hangi konu ve kavram etrafında kurguladığı, kadrosu, sosyolojik ve sınıfsal temsil yeteneği, ülkenin ana meseleleri karşısındaki pozisyonu, kritik konjonktürlerde aldığı tavır, toplumla temas becerisi, genel söylem yelpazesi ve kullanılan dil.
Bunların hepsi aynı oranda önemli olmayabilir. Geleneksel olarak partinin ideoloji ve programı öne çıkarılsa da, Türkiye’nin siyasi ortamı açısından bunun bugün için fazla bir işlevi bulunmuyor. Aynı şekilde temsil yeteneği veya siyasi kimliğin oluşturulması da giderek ikinci plana itilmiş gözüküyor. Çünkü kutuplaşma atmosferi, ‘kilidi açacak anahtarın’ arandığı bir ruh hali üretti. Bundan yararlanabilmek ise, ‘değişimci’ bir siyasi görünümde ne denli ısrarla durulabildiğine ve inandırıcı olunabildiğine bağlı...
Dolayısıyla en önemli iki noktanın, üretilecek kadronun ‘kalitesi’ ve Kürt/Alevi meselelerinde ortaya konacak ‘açılımcı’ mesaj olacağını öngörebiliriz. Eğer parti bu ‘açılımları’ yeni ve daha kuşatıcı bir milliyetçilik anlayışı ile bütünleştirebilirse, kısa vadeli cazibenin ötesine geçip siyasette kalıcı bir yer edinebilir. Kritik hiçbir konjonktürün atlanmayıp, her birinde özgün bir duruş sergilenmesi ve çatışmacılıktan uzak söylem/dil tercihi de partinin şansını önemli ölçüde artıracaktır.
***
Unutmamak lazım ki Akşener’in hamlesi kendine özgü bir konjonktürün yarattığı imkan sayesinde gerçekleşebiliyor. 15 Temmuz darbe girişimi ile birlikte, MHP’nin devletçi ve ulusalcı siyasete yaklaşması ve cumhurbaşkanlığı sistemine geçilmesi… Taşlar bu şekilde yerinden oynamasaydı İyi Parti’ye yer açılmazdı. Ancak marifet bu açılan yere girip orayı tahkim etmek değil, söz konusu fırsatı diğer taşları da yerinden oynatmak üzere kullanabilmek.
Akşener ve partisi bunu becerebilecek mi, hep birlikte göreceğiz…