Haklı olmakla haksız çıkmak arasında bazen doğrusal bir ilişki olabiliyor. Kulağa garip gelen bir önerme olduğu açık… Haklı olduğunuz bir olayda, sonuçta haksız çıkma ihtimalinizin olması şaşırtıcı olmanın da ötesinde adaletsiz bir durum. Ama haklılık ve haksızlık belirli bağlamlar içinde anlamlı olan bir kavram… Örneğin hukuken haklı olduğunuz bir olaydan siyaseten haksız bulunduğunuz bir konumda ayrılmanız mümkün. Çünkü siyasetin hakkaniyet ölçütleri ile hukukunkiler çoğunlukla aynı olmayabiliyor.
Hukuk ideal anlamda ele alındığında iyi bir hakemlik müessesesi. Ne var ki nasıl hakemleri atayan üst merciler varsa, hukuku da belirleyen bir toplumsal kültür ve zihniyet var. Kağıt üzerinde vatandaşlar arası ve vatandaşın devletle olan ilişkisini düzenleyen hukuk birçok kültürde yönetimin vatandaşları ‘istediği gibi’ yönetmesinin zeminini oluşturabiliyor. Hak ve özgürlükler bu çerçevede somutlaşabiliyor. Böylece ‘vicdan’ hukukun dışına çıkıyor. Oysa siyaset, her ne kadar kavgayı ve bazen seviyesizliği akla getirse de, toplumsal düzlemde vicdanın taşıyıcısı olmayı sürdürüyor…
***
AK Parti bu açıdan bakıldığında çok şanslı bir hareket oldu. Kemalist rejimin ve vesayetçi sistemin vicdanı kenara iten yaklaşımına vicdanı siyasetin merkezine oturtarak cevap verdi ve bu tercih onu kalıcı biçimde iktidara taşıdı. Hukuk ise eski yapıyı taşımaya devam etti ve sayısız değişikliklere rağmen statükonun direncini siyasete yansıttı.
Ne var ki bunun AK Parti’yi olumlu etkilediğini söylemek zor… Hukukun siyasallaşması, iktidarın da siyasetin alanını yayması, zaman zaman hukuku siyasi mücadelenin içinde araçsallaştırmasıyla karşılık bulabildi. Birçok düzenleme ‘bir ileri bir geri’ mantığıyla, konjonktürün ‘ihtiyaçlarına’ binaen yapıldı. Seçmen söz konusu ‘ihtiyacı’ anladı ve gereğine razı geldi. Tarihsel mücadelenin kıymetini bildiği ve teslim ettiği ölçüde, hukuka taktiksel yaklaşmanın geçici yararını siyaseten önemsedi.
***
Ancak bu yıpratıcı bir süreçti… Sadece siyaseti yıpratmadı, AK Parti siyasetinin dayandığı tarihsel arayışın vazgeçilemez unsuru olan hakkaniyetçi bakışı da ister istemez bir miktar yıprattı. Her türlü araçsallaştırma gibi, hukukun ‘kullanım değerinin’ öne çıkması hakkaniyeti ikinci plana itti. Bu açıdan bakıldığında belki de iktidarın mülteciler konusunda vicdani açıdan sağlam durmasının, iç siyasette hakkaniyetin giderek tali hale gelmesinin yarattığı ezikliği giderme işlevi gördüğü söylenebilir.
Öte yandan bugünün kavga ortamı hem parti tabanına hem de partinin potansiyel seçmen kitlesine hakkaniyetin siyasete ne zaman yeniden davet edileceğini sorgulatıyor. AK Parti’nin hukuken doğru davranması yetmiyor. Hele yönetebilme kaygısıyla hukuku düzenleme girişimleri daha da derinde yaralayıcı olabiliyor. İnsanlar dönüşümü gerçekleştirebilecek ve yarını taşıyabilecek tek aday olan bu partinin iç siyaset ortamında da hakkaniyete sahip çıktığını görmek istiyorlar. Aksi halde gerçekçi bir ‘müşterek yarının’ olamayacağının farkındalar…
***
Son günlerin gündemini işgal eden Anayasa Mahkemesi kararı ve HDP’lilerin fezlekeleri meseleleri bu bağlamda epeyce kritik bir yere sahip. Her ikisinde de yönetimin kağıt üzerinde haklı olduğunu öne sürme imkanı mevcut. Ama her ikisinde de siyasal bağlam karşımızda bir ‘hakkaniyet açığı’ olduğunu hatırlatıyor ve bu da hükümetin muhtemel hukuki haklılığının vicdanlarda siyasi haksızlık algısına dönüşme ihtimali olduğunu söylüyor.
Önümüzdeki yazılarda bu iki örneği hukuksal haklılığın her zaman siyasi haklılığı ima etmeyebileceğini göstermek üzere ele almaya çalışacağım…