Haziran ayı ekonomide hükümeti rahatlatan verilerle geldi. Avrupa’da durgunluktan çıkışın Türkiye’nin ihracatına olumlu yansıyor. Böylece büyüme hedefinin yakalanması açısından bir avantaj oluşacak. Sanayi üretimindeki artış da ihracattaki söz konusu genişlemeye tekabül ediyor. Öte yandan siyasi iktidar bir yandan kamu yatırımlarına hız vermeyi planlarken, özel sektörün maliyet yapısını rahatlatacak adımlar da atıyor. Bunlar olumlu gelişmeler…
Ancak bu tabloya denk düşmeyen bazı özellikler de ekonominin yakasını bırakmıyor. Örneğin bütçelenen kredi ihtiyacının neredeyse hepsi ilk altı ayda tedarik edilmek zorunda kalınıyor, bütün teşvik çabalarına karşın istihdam artmıyor, enflasyon ve faiz hadleri ikili hanelerde yerleşik hale gelecek gibi gözüküyor.
Ayın ilk haftasında yapılan Ekonomi Koordinasyon Kurulu toplantısının açıklanan sonuçlarına göre esas hedefin yüzde 5’lik büyüme oranını yakalamak olduğu anlaşılıyor ve bu amaçla ihracat daha da destek bulacaktır. Buna karşılık enflasyon ve faiz konusundaki ‘kararlar’ gerçekte birer temenniden ibaret. Hükümet ‘reformlardan’ söz ediyor ama bunlar üretimin sıkıntılarını giderme amaçlı olmanın ötesine geçmiyor.
***
Kısacası ekonomiyi iyiye götürmek için elinden geleni yapmak isteyen bir siyasi irade mevcut. Ancak bunun nasıl yapılacağına ilişkin sahip olduğu tasavvur, gerçekliği kuşatmak açısından çok dar.
Basitçe söylersek, hükümet yatırım yapma kararını vermiş ancak finansal sıkıntıları olan veya bazı maliyetlerle baş etmekte zorlanan iş adamları ile karşı karşıya olduğunu düşünüyor. Nitekim ‘reform’ sözcüğünden de bu anlaşılıyor. Arsa, vergi kolaylıkları ve satış garantileri sunuluyor. Mesele şu ki reformdan sadece bunu anlarsanız gerçekte rantabl olmayan işletmeler ve rantçı bir sektör üretirsiniz. Buradan gelecek ivmeyi sisteme yönelik bir kaldıraç olarak kullanmak da çok zor olur. Diğer taraftan asıl konu iş dünyasının henüz yatırım kararı vermemiş olması… Bu tür kararlar sadece teşvik vererek harekete geçirilemez. Aksi yönden bakarsak, kredi faizi yüksek diye yatırımdan vazgeçen iş adamı marjinal bir durumdur. Yatırım süreklilik, istikrar ve güven ister… Bunları gerçekleştirmek için de reformlara ihtiyaç var ama hükümet her nedense bu tür reformlara rağbet etmiyor.
Anlaşılan o ki siyasi ortamda, kurumsal yetki ve sorumluluklarda, hukuki zeminde ve emek piyasasında hiçbir yapısal değişim yapmadan, salt dış dünyadaki avantajların peşinden giderek ve iş adamlarının para kazanmalarını devlet eliyle garanti altına alarak ekonominin iyiye gideceği varsayılıyor. İyiye gidebilir… Ama istenen duruma gelmez.
***
Erdoğan’ın MÜSİAD Genel Kurulu’nda söylediği “Bugüne kadar hangi iş adamımızın herhangi bir işi, gücü, hakkı, hukuku Olağanüstü Halden dolayı zarar görmüştür... Terörist olmayan için Olağanüstü Hal yok hükmündedir” sözleri açık piyasa ekonomisinin temeli hakkında fazla ‘iyimser’ olduğunu ima ediyor. “İnşallah 2017 ekonomide… tarihi bir sıçrama yılı olacak. Borsadaki yükseliş ve dövizdeki düşüş, piyasaların ekonomimize olan güveninin tam olduğuna işaret ediyor... Tırmanış başladı” sözleri de öyle…
Borsadaki cari yükseliş ekonominin genel durumuna tercüman olmadığı gibi, dövizdeki düşüş de ABD ekonomisinin yansıması ve Türk lirasının performansı diğer benzer ülkelerden daha iyi değil. Nihayet herhangi bir yılın ‘sıçrama’ yılı olacağını o yılın ortasına geldiğimizde söylüyorsak, hayatı pek de öngöremiyoruz demektir ve iş dünyası bu detayı da kenara yazar… Hükümet iyi şeyler yapma arayışı içinde ama ya ekonominin gerçek ihtiyaçları konusunda derinlikli bir perspektife sahip değil, ya da işin gereğini yapmayı bir nedenle istemiyor...