Küresel piyasalara entegre olmuş açık ekonomilerde muhtemelen en kritik kurum merkez bankası. Hükümetler seçmen taleplerinden etkilenerek ya da doğrudan popülizmin cazibesi altında hareket edebilirler. Kamu ile özel arasındaki dengeler ya da dış ticarette gereksinilen hedefler, iktidarların müdahaleci olmalarına yol açabilir. Bunlar sonuçta siyasetin gereği olan tasarruflar… Ancak sağlıklı bir devlet yönetiminin siyasi ve toplumsal hedeflere ekonomik istikrar içinde ulaşması beklenir. Bu da mali piyasaların kontrol altında tutulup yönlendirilmesini ima eder. Merkez bankaları bu alanda hayati bir işleve sahip… Dolayısıyla merkez bankalarının prestiji, güvenilirliği, bilgi derinliği ve rasyonel müdahale yeteneği bir ülkedeki genel ekonomik istikrarın en önemli güvencesi.
***
Buradan hareketle şunu söyleyebiliriz: Bir ülkede iktidar kendi merkez bankasını (MB) bilgisiz ve etkisiz bir kurum haline dönüştürürse, ya ekonomi yönetiminden hiç anlamıyordur, ya da siyasi amaçlar nedeniyle yönetimin kontrolünü elinden kaçırmıştır.
Bilindiği üzere AK Parti hükümetleri Orta Vadeli Programlar (OVP) yapıyor, bunları açıklıyor ve gerçekleştirmeye çalışıyor. Nitekim doğru hazırlanan ve hayata geçirilen ekonomik programlar dünya finans piyasasında güven oluşturmanın temel aracı. Söz konusu öngörü ve hedef çerçeveleri birilerinin aklına estiği üzere ortaya çıkmıyor. Çok sayıda kurum, kurul ve koordinasyon grubunun ülke ve dünya verileri üzerinde çalışması ve ortak bir noktada mutabakata varmaları sonucu biçimleniyor.
Ya da öyle olması lazım… Ama bizdeki OVP, bırakın bu türden güvenilir bir rehber olmayı, tamamen adet yerini bulsun misali bir hamaset örneği olmanın ötesine geçmiyor. Düşünün ki programda yer alan rakamlar henüz 15 gün geçmeden Merkez Bankası tarafından revize ediliyor, ama bu da yetmiyor ve Banka sadece iki gün sonra rakamları yeniden revize etmek zorunda kalıyor.
Bu ciddiyetsizliğin anlamı, Türkiye’deki ekonomi yönetiminin duruma hakim olamaması ve siyasetten gelen istekler doğrultusunda günü geçirmekten başka yol bulamamasıdır. Yüksek enflasyon-faiz-döviz sarmalı zaten çok önemli bir ayak bağı… Ama asıl vahimi ekonomi yönetimindekilerin neredeyse hiçbir kritik tahmininin tutmaması. Son rakamlara göre aylık TÜFE (tüketici) yüzde 2.08 oldu. Oysa MB’nin tahmini 1.31 idi… Yıllık enflasyon böylece TÜFE 11.90,ÜFE (üretici) 17.28’e ulaştı. MB ise 2017 enflasyon tahminini daha yeni 8.7’den 9.8’e çekti! Eklemekte yarar var, OVP’ye göre TÜFE’nin 2017 sonunda 9.5 olması gerekiyordu…
Hiçbir kurum kendisini bu bilgisizlik ve yetersizlik görüntüsüne mahkum etmek istemez. Ne var ki MB hâlâ enflasyonda esas hedefin yüzde 5 olduğunu söyleyebiliyor ve de bu noktaya üç yıl içinde gelinemeyeceğini kabullenmekten de gocunmuyor. Benzer şekilde geçen cuma günü dövize dokunulmayacağı söylenirken, dün MB piyasaya dolar sürmek zorunda kalabiliyor.
Açıkçası Babacan/Başçı dönemi ile mukayese edersek, gelinen nokta akıl almaz bir aymazlığı ifade etmekte. Hükümet garantili krediler ile piyasayı paraya boğuyor ama paranın kullanımı tamamen popülist kriterlerle yürütüldüğü için ekonomi bir tur dönüp yine aynı noktaya varmakla kalmıyor, bu arada enflasyon ve döviz yükseliyor ve reel faizleri 1990’lardaki seviyesine çıkarıyor.
***
Bu ortamda MB’nin sadece dilinde yer eden ama uygulama şansı bulamayan ‘sıkı para politikası’ aczin ifadesine dönüşürken, faize karşı olduğunu söyleyip faiz lobilerini suçlayan bu iktidar, kendi eliyle faizi yükselterek ülkenin katma değerini dünya pazarına ucuza sunmuş oluyor. Ve tam da bu nedenle faiz artışı beklentisi daha da yoğunlaşıyor…
Yazık bir durum… İrrasyonelliğin sularında yüzerek ve kurumları
dinamitleyerek ‘hayırlı’ sonuçlara ulaşılacağını sanacak kadar sanal bir alemdeyiz sanki.