Pazar günü konu ettiğimiz İPM-Denge Denetleme-Konda işbirliği ile yürütülen saha çalışması toplumun ruh halini anlamak üzere ilginç ipuçlarına sahip. Son yıllarda küreselleşmenin, yükselen gelir ve eğitim düzeyinin orta sınıfın demokratik normlarını geliştirdiğini, hak ve özgürlükler açısından daha duyarlı bir toplumsal segment ürettiğini öne sürüyoruz. Ancak bu araştırma, toplumun geneline gidildiğinde muhafazakarlık ve ataletin gücünü koruduğunu da teslim etmek zorunda olduğumuzu hatırlatıyor. Ancak bunun bir nedeni de siyasi ayrışmaları ima eden durumlarda, cevapların muhtemelen aidiyet hissedilen siyasi tarafı koruma kaygısıyla verilmesi…
Çalışma ‘uyarıcı’ veriler sunmakta. “Devlete karşı sorumluluklarımız haklarımızdan önce gelir” önermesine net olarak katılmayanlar yüzde 27 iken katılanlar 52. Toplumun hala edilgen ve devletin manevi hiyerarşisi altında yaşanan bir vatandaşlık anlayışına sahip olduğu anlaşılıyor. Buradaki 1’e 2 oranının örneğin laik/dindar ya da modern/muhafazakar ayrımına tekabül etiğini ve laik veya modernlerin külliyen daha ‘hak’ temelli bir vatandaşlığı savunduklarını söylemek doğru olmaz. Ancak sonraki yazılarda göreceğimiz üzere bunun ‘bir miktar’ doğru olduğunu ima eden veriler var…
***
Genele dönersek, “Türkiye’de bir yazarın yazdığı roman, şiir veya köşe yazısı nedeniyle gözaltına alınmasına nasıl tepki verirsiniz?” sorusuna verilebilecek yanıtlar arasında ‘pasif’ nitelikte iki şık bulunuyor: ‘hiçbir şey yapmam’ ve ‘ben böyle şeylerle ilgilenmem’… Türkiye genelinde bu iki yanıtın toplamı yüzde 69. Görüşülen kişilerin yüzde 19’u başkalarının inisiyatif almaları durumunda itiraz eylemine katılabileceklerini söylerken, yüzde 12’si de proaktif tavır sergileyeceklerini beyan etmişler. Son iki oranın biraz abartılı olabileceğini aklımızda tutalım. Çünkü psikolojik açıdan bunlar daha kolay yanıtlar. ‘Hiçbir şey’ yapmayacağını söyleyebilmek ise o denli kolay olmayabilir. Buna rağmen çıkan yüzde 69 oranı, toplumun en azından belirli siyasallaşmış konularda ‘özellikle’ duyarsız olabileceğini ortaya koyuyor.
Daha temel bir gözlem Türkiye toplumunun hak ve özgürlükler açısından yüzeysel olduğunu, normatif alanda kendisini ‘beğeneceği’ bir pozisyon savunurken, bu pozisyonun gerektirdiği tutumları sergilemeye pek hevesli olmadığını ortaya koyuyor. Örneğin “İyi vatandaş olmak için farklı düşüncelere sahip olanları anlamak önemlidir” cümlesine katılanların oranı yüzde 91. Ancak yukarda zikredilen ‘gözaltına alınan yazar’ önermesi ile karşılaştığında, bu grubun yüzde 67’sinin konuyu önemsemediğini görüyoruz. Benzer bir biçimde “Devlet vatandaşlarını tercihlerinden ötürü maruz kalabilecekleri ayrımcılığa ve saldırılara karşı korumakla yükümlüdür” cümlesi de yüzde 87 onay almış. Ne var ki, bu grubun da ‘gözaltına alınan yazar’la ilgili hassasiyeti fazla değil. Yüzde 69’u konu ile ilgilenmediklerini söylemiş…
***
Anlaşılan o ki Türkiye toplumu ilkesel planda neyin ‘doğru’ olduğunu gayet iyi bilmekle birlikte, bu bilgisini somut olarak kendi hayatının parçası olacak bir tutuma dönüştürmeye istekli değil. Demokratlık hala başkasından beklenen bir tutum… Biz kendi tavrımızı sergilerken kültürümüzü ve ideolojimizi önemseyip ona öncelik veriyoruz. Ama başkalarının tavrının evrensel ilkelere uygun olması gerektiğini söylemekten de hoşlanıyor ve muhtemelen ne denli demokrat olduğumuza dair buradan kendimize pay çıkarıyoruz. Kendini aldatma sonuçta insani bir duygu… Ama bu tutarsızlığı normalleştirdiğimiz ölçüde aslında ilkesizliğe teslim oluyoruz ve tabi siyaset de bundan nasibini alıyor.