Son çıkan 696 sayılı KHK ile ilgili tartışmalara noktayı bizzat Başbakan koydu. “Bu konuşmaların hepsi boş konuşmalardır” dedi ve şöyle devam etti: “Buna karşı çıkmak demek vatandaşlarımıza ‘Niye bu darbeye karşı çıktınız’ demektir. Burada bu darbe ve darbeyle birlikte meydana gelen terör olaylarına karşı kamu görevlileri, polis, hakim, savcı, jandarma, asker, vatansever askerler darbeye karışmayan bunların darbecilere karşı koymak için yaptığı fiillerden dolayı sorumlu tutulmaması yönünde bir düzenleme yapıldı ve bu düzenleme Meclise de geldi, Mecliste görüşüldü CHP de bu konuda Meclisteydi ve kabul edildi.”
***
Başbakan iki şey söylüyor, biri yanıltıcı, diğeri tehlikeli. Yanıltıcı olan bu düzenlemenin Meclis’te tartışılıp kabul edildiği... Çünkü Meclis’te kabul edilen madde, 8 Kasım 2016’da çıkan 6755 sayılı olağanüstü hal kapsamındaki tedbirleri içeren düzenlemeydi. Diğer deyişle 15 Temmuz darbesinin bastırılmasında ‘görev alan’ kişilere ilişkin olan madde. Oysa şimdi hükümet ‘görev almamış olan’ yani kendi inisiyatifiyle darbeye karşı çıkmış olanlara da dokunulmazlık getiriyor. Niyetin halisane olduğu konusunda kuşku yok. O gece sokaklara çıkıp direnen insanların muhtemel hak ihlallerine müsamahalı bakmaya herkes hazır.
Ancak Başbakan tehlikeli bir şey de söylüyor. Söz konusu tehlikeyi görmek açısından Bahçeli’nin değerlendirmesini de hesaba katalım: “FETÖ ve istilacılara vatanı dar edenlerin cezai sorumlulukları doğsun mu isteniyor? Bu soruya evet diyenler var ise bize göre vatan hainidir, FETÖ’nün uyanmış ve harekete geçmiş kripto koludur.” Kısacası hem Başbakan hem iktidar ortağı MHP’nin lideri bu KHK’nın 121. Maddesine karşı çıkmanın darbeye destek vermek anlamına geleceğini öne sürmüş oluyorlar.
Şimdi herhangi bir vatandaş 121. Madde yanlıştır dese, bir savcı da onu darbecilik, FETÖ’cülük ve vatana ihanetle suçlayabilir. Eğer bir hakim FETÖ’nün halen darbe arayışında olduğunu, dolayısıyla bugünün söz ve eylemlerinin de 15 Temmuz’un ‘devamı’ niteliğinde ele alınması gerektiğini düşünüyorsa, o vatandaşın 121. Maddeye karşı çıkışı ‘darbeciliği’ destekleyen bir fiil olarak değerlendirilebilir. Akla uzak gibi gözükebilir ama şu an ortalıkta olan bütün iddianameler bu türden muhakemeler ve çıkarsamalarla dolu. Ayrıca eğer birileri söz konusu vatandaşı darp etse ya da öldürse, yaptığı eylem ‘darbeyi engellemeye yönelik’ bir iyi niyet duygusallığı olarak ele alınabilir…
Mesele şu ki, çıkarılan kararnamede yukarıdaki yorumu engelleyecek hiçbir sınırlama yok. 15 Temmuz’un ‘devamından’ ne anlaşıldığı belli olmadığı için, gelecekte yaşanabilecek olan bazı olayların da cezadan muaf olması mümkün hale geliyor. AK Parti sözcüsünün durumu kurtarma gayreti havada kalıyor, çünkü 2016 tarihli düzenlemede bile 16 Temmuz lafı yok. Diğer deyişle bu düzenleme zaman açısından herhangi bir sınır getirmiyor. Buna kullanılan ifadelerin muğlaklığını eklediğinizde, ileride kendinden menkul ‘masum’ vatandaş gruplarının ‘darbe engelleme’ misyonu ile neler yapabileceğini tahmin etmek zor olmamalı.
***
Gelelim işin siyasi tarafına… Türkiye’de bir yasal düzenlemenin nasıl yapılacağını bilen kadrolar ve buna uygun sağlam bir gelenek var. Eğer karşımıza bu şekilde yazılmış bir madde çıkıyorsa, bunun bütün sakıncalar bilinmesine rağmen ‘bilerek’ yazıldığına hükmetmemiz gerçekçi olur. Hele sonrasında iktidar ortağından Başbakan’a resmi ve gayrı resmi iktidar temsilcileri tarafından bir sahiplenme varsa, kısacası çok kolay şekilde değişmesi mümkün bir düzenlemenin ille de belirsiz ve muğlak kalması isteniyorsa, bunun siyaseten tek bir yorumu olabilir: İktidar bu maddeyi işleteceği bir gelecek tasavvur etmektedir.
AK Parti’nin ve AK Partililerin bu sorumsuzluğa ‘dur’ demesi gerekiyor. Çünkü istismara böylesine açık düzenlemeler siyaset ‘çakallarının’ iştahını kabartır. Siz isteseniz de istemeseniz de bu imkanı kullanırlar… Sonunda da fatura AK Parti’ye ve dindar muhafazakarlara çıkar…