Beklenenin ötesinde ya da beklenenden hızlı her küreselleşme dinamiği, genelde kendine maddi ve manevi sınırlar çizmiş toplumlar için sıkıntılı bir dönemin habercisidir. Söz konusu sınırlar kültürün ve medeniyetin korunmasına yönelik olarak tanımlanırlar, ama çoğu zaman belirli bir yönetim biçiminin ve iktidar ilişkisinin de koruyucusu olarak işlev görürler. Bu nedenle yönetimin ‘dışa açılma’ ve demokratikleşme zorluğu çektiği hallerde, küreselleşme kendine has bir siyasi atmosferin ve ona uygun bir siyasi tutumun doğmasına vesile olabilir… Bu bağlamda en kolay tutum popülizmdir…
Dışarıdan gelen her şeyin öncelikle bir tehdit ve tehlike olduğunu varsayan, söz konusu tehdit ve tehlikeleri abartan, yurt içinde iktidarın veya toplumun ‘yabancılaştığı’ unsurları ‘dış mahreçli’ olarak tanımlayan, böylece siyasetin önüne bir beka misyonu koyan bir ruh halinin doğması, çoğu kez popülizmi davet eder. Tehdidin büyütülmesi onun karşısına aynı büyüklükte, tehditle başa çıkabilecek bir özne koymayı gerektirir. Dolayısıyla popülizm devlet yüceltmesinin, ‘gerçek’ vatandaşlık ve millilik söyleminin üzerinde yükselir.
Diğer taraftan bu kavramların derinlikli tartışılmasına gerek duyulmaz, aksine olabildiğince sığ ve yüzeysel kalması, siyasetin ihtiyacına göre esnemesi ve böylece olabildiğince çok insanı muğlak bir ideolojik atmosferde bir araya getirmesi hedeflenir. Irkçılık ve ayrımcılık söz konusu yaklaşımın toplumsal düzlemde ete kemiğe bürünmesi, somut düşmana işaret etmesi için gereklidir. Diğer bir deyişle ırkçılığın popülerleşmesi, büyük ölçüde popülizmin ırkçılığı araçsallaştırmasının, söylemi bu sayede ‘cisimleştirme’ gayretinin sonucudur…
***
Bugün tüm dünyada yükselen popülizm, hemen her ülkede yukarıda zikredilen niteliği paylaşıyor. Muhakkak ki ülkeler, tarih ve kültür farklılığı nedeniyle çeşitli varyantlara sahip yaklaşımların gözlemlenmesine de vesile oluyor… Ancak popülizmin bilimsel tespit ve incelemelerin süzgecinden geçmiş ortak özellikleri var ve her ülkeyi bunlara bakarak değerlendirmek mümkün.
Popülizmin yapısal anlamda 8 özelliğinden söz edilebiliyor. 1)Sosyolojik taşıyıcılık, yani siyasi aktörün kitlesel temsile talip olması ve bunu becerebilmesi, 2)Demokrasinin çoğunlukçuluk olarak anlaşılması, 3)Karizmatik liderin varlığı, 4)Siyasetin dinselleşmesi, yani liderin toplum nezdinde bir inanç rehberi hüviyeti kazanması, 5)Kurumların ‘sıvılaşması’, yani gelenek, kural ve değerlerinin önemsizleşmesi, 6)İhsancılığa dayanan bir ekonomi ve siyaset pratiği, 7)Normsuzluğun yerleşmesiyle birlikte keyfiliğin doğallaşması, 8) Lider referanslı oportünizmin yaygın bir siyasi kültüre dönüşmesi…
Kısacası popülizm toplumun önüne koyduğu tehdit ve tehlikenin büyüklüğünden hareketle gücün tek elde toplanmasını mümkün kılan, liderin bu gücü istediği gibi kullanmasının meşruiyetini ise iktidar partisi veya bizzat lider ile toplum arasında var olduğu düşünülen organik bütünleşmede arayan bir siyaset biçimi. Bu sistemin ‘işleyebilmesi’, kurumların ikinci plana itilmesini ve iktidarla toplum arasında doğrudan menfaat bağları yaratılmasını gerektirebiliyor.
***
Popülizmin söylem anlamında da belirgin özellikleri var… 1)İyi-kötü düalizmi, yani ‘bizim’ iyi ‘ötekilerin’ kötü olduğuna dair mutlak bir kabul, 2)Halk-millet yüceltmesi, 3)Yeniden kimlikleşmenin unsurlarının vazedilmesi, yani ‘ulusun’ şu an itibariyle yeniden ve daha ‘üst’ bir kimlik bilinciyle kurulduğu tezi.
Bütünüyle bakıldığında popülizmin bir ‘dinselleşme’ olduğu söylenebilir. Ne var ki ahlaki ve ilahi olandan sıyrılmış, tarihsel konjonktürü siyasi fırsatçılığa dönüştürme peşinde olan bir dinselleşme…