Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’ndeki referandum konusunda en ilginç değerlendirmeyi Erdoğan yaptı. “Açıkçası biz son ana kadar Barzani’nin böyle yanlışa düşeceğine ihtimal vermiyorduk. Demek yanılmışız. İlişkilerimizin tarihteki en iyi seviyesinde olduğu bir dönemde, önceden hiçbir danışma ve görüşme yapılmadan alınan bu karar, açıkçası ülkemize ihanettir. Sen orada huzur içinde yaşıyordun. Bir eyalet devleti olarak bunu sürdürüyordun. Aynı şekilde sürdür. Ne gerek var bu yollara girmene.”
***
İtiraf etmek gerek ki bu epeyce şaşırtıcı bir beyan. Demek ki ‘tarihteki en iyi seviyesinde’ olduğumuz bir ilişkide partnerimizin ne istediğini, nasıl düşündüğünü ve ne yapacağını anlayamıyoruz. İki taraf arasında konuşmayı, anlamayı engelleyecek bir durum yok. Medya ve iş dünyasında bölgenin nabzını tutan çok sayıda kişi olmanın ötesinde, bu ülkenin Dışişleri’nin bu kadar yakından tanınan bir ülke ve yönetimle ilgili bu denli yanlış bir beklenti içine girmesi normal mi? Bunun ötesinde Meclisi, Bakanları, MGK’sı ve Cumhurbaşkanlığı ile koca bir devlet sistematiğinin, sayısız uzman ve danışmanın varlığına ‘rağmen’ böyle bir noktaya gelmesini nasıl izah etmek lazım?
Sebepler ne olursa olsun, sonuç şunu söylüyor… Bizdeki ‘devlet aklı’ meğer bize yakın ve hatta ‘bağımlı’ gördüğümüz bir yönetimi, onun içinde bulunduğu siyasi ve ideolojik atmosferi, orada yaşamakta olan halkın önceliklerini ve psikolojisini anlamakta yetersiz kalmış. Bunları anlamak üzere sahici bir ‘danışma ve görüşme’ süreci bile üretilememiş.
Osmanlı’dan bu yana devlet aklına özel önem atfeden ve yanlış yapabileceğine pek ihtimal vermeyen bir toplum için az buz travma değil. Tüm bilginin devletin elinde toplandığı, toplumun sahip olduğu tüm uzmanlığın devletin hizmetine sunulduğu bir ülkede, sonucun ne olacağı büyük ölçüde görünür iken böylesine ters bir konuma düşülmesi ancak zihniyet bağlamında açıklanabilir. Belki bütün bu karar alma sürecinde, neyin istendiğini önceden bilindiği için, aykırı görüşler arka planda tutulup ortama uyulmuş, duyulmak istenenler tekrarlanmış, Türkiye’nin gücünden söz edilmiş, IKBY’nin ‘bizsiz’ yapamayacağı vurgulanmış ve böylece sanal bir tespit ‘gerçek’ haline gelmiştir… Arka plandaki ortak psikoloji o denli ağır basmış olmalı ki, gerçekliğin ideolojik bir kalıba indirgendiği ve bizzat karşı tarafın gerçekliğinin elden kaçtığı anlaşılamamış. Belki nihayette herkes aynı şeyleri söyleyip mutabık kalınca da, söylenenin ‘doğru’ olduğu sanılmış…
Gelinen noktada IKBY bizim için yeni bir ‘Ermenistan’ olmaya doğru gidiyor. İlişkimizin olmadığı, ama Rusya ve İran ile çok yakınlaşacak bir sınır komşusu… Bunun Türkiye’deki Türk ve Kürt topluma yansımasının nasıl olacağını hayal edebiliriz. Görünen o ki siyaset alanının daraldığı bir yönetim sisteminde Türkiye’nin doğru kararlar vermesi de zor.
Öte yandan bizim istediğimiz gibi davranmadığı için IKBY’yi suçlarken, acaba bizim de onların istediği gibi davranmadığımızın farkında mıyız? Onları ellerinde var olanla yetinmeye davet ederken, acaba başkalarının da bize aynı şeyi söylemesini doğru mu buluyoruz?
Cevaplar belli… Kendimiz için razı gelmediğimiz birçok şeye başkalarının razı gelmesini istiyor ve buradan ‘başarılı’ bir dış politika çıkacak sanıyoruz. İstenen olmayınca da başka bir ülkenin bir bölgesini bize ihanet etmekle suçlayabiliyoruz… Sanki dünyanın geri kalanı için biçilen misyon Türkiye’nin çıkarlarına uygun davranmak olmalıymış gibi.
***
Açıkça söylemek gerekirse her ülkenin bir miktar beka sorunu var ve kaçınılamayan savaşlar hariç tutulursa, her ülke bunu kendisi yaratıyor. Yanlış politikalar beka sorunu olmayan bir ülkede bile beka sorunu üretebilir… Yaşananlar Türkiye’nin ‘devlet aklına’ bırakılamayacak kadar ciddiye alınması gereken bir ülke olduğunu hatırlatıyor.