Görünen o ki Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin lehine iki temel argüman bulunuyor. Biri hızlı karar alınabilmesi, diğeri ise istikrar getirecek olması. Ne var ki hızlı karar almanın getirisi ancak ‘doğru’ karar almayı becerebilirseniz geçerli. Doğru karar alamayan bir mercinin bir de bunun üstüne hızlı karar alması ve hele denetlenememesi durumunda trajik sonuçlara gidersiniz. Açıkçası geçmiş deneyim, Gülen ile olan ‘kandırılma’ ilişkisinden Kürt meselesine, emirle faiz düşürme tutumundan ‘yap işlet devret’ uygulamalarına ve oradan ‘yaz saatine’ kadar, her zaman doğru karar verilemediğini ortaya koyuyor. Bu tür kararların hızlanmasının yarar getirme ihtimali pek fazla değil.
***
Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin istikrar getireceği önermesine gelince, bu tez ortada istikrarsız bir durum olduğu için değil, belirsiz bir gelecekteki istikrarsızlığa karşı öne sürülüyor. On beş yıldır tek parti tarafından yönetilen ve o partinin yıllarca Meclis çoğunluğunu kazanma ihtimalinin yüksek olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Yani siyasi istikrar zaten mevcut… Eğer getirilen değişiklik çok uzun vadeye uzanabilecek bir sistemin habercisi olsaydı, gelecekteki istikrar için bugünden tedbir alıyoruz diyebilirdik. Ancak bu değişikliğin Erdoğan sonrasında kalıcılığının az olduğunu herkes biliyor. 82 Anayasası üzerinde inşa edilen pragmatik bir yetki devşirme düzenlemesinin gelecekteki istikrarı garanti etmesi mümkün değil.
Ayrıca siyasi konjonktür açısından bakarsak, Kasım 2015 seçimi sonrasında AK Parti’nin önünde dört yıllık seçimsiz bir dönem vardı. Üstelik başbakan değişikliği ile yürütmede istenen ‘uyum’ sağlanmıştı. Belki hükümet hoşlanılmayan bazı bürokratlarla çalışmak durumundaydı ama ülkeye ‘sıçrama’ yaşatacak tüm imkanlara sahipti. FETÖ darbe girişimi sonuçları itibariyle bu imkanı daha da artırdı ve yürütmenin elini güçlendirdi. Hem tüm kimlikleri kuşatan bir toplumsal destek sağlandı hem de bürokrasiyi değiştirme meşruiyeti doğdu. Ne var ki AK Parti, sistemi değiştirme teklifini bugüne çekerek ve demokratik niteliği sorgulanan bir model önererek kendi eliyle bu istikrarı olumsuz yönde etkilemiş oldu. Oysa istikrar için sistem değişikliği öneren bir partinin, var olan istikrarı koruyacak bir tutum alması daha iyi olurdu.
***
Öte yandan bir an için bu mülahazaları bir yana bırakarak önerilen yönetim sisteminin kendisini ele alalım. Acaba bu devlet yapılanması gerçekten de siyasi ve toplumsal istikrar getirir mi? Eğer siyasi istikrardan yürütmenin her istediğini engellenmeden yapabilmesini anlıyorsanız, istikrar var diyebiliriz. Tabi bu durumda ‘disiplin’ arttıkça istikrarın da artacağını kabullenmemiz gerekir… Eğer buna itiraz ediyorsak sebebi siyasi istikrarın ancak ‘zor kullanmadan yönetme kabiliyeti’ üretebildiği takdirde anlamlı olduğudur. Acaba Cumhurbaşkanlığı Sisteminin böyle bir yönetme kabiliyeti oluşturma becerisi var mı? Meclis’in pratikte etkisiz hale gelme ve yargının hakemlik işlevinin yıpranma ihtimalinin yüksekliğini düşünürsek pek yok…
İşin toplumsal yönüne baktığımızda ise, sadece yüzde elli ile kabul edilen bir sistemde, yine sadece yüzde elli ile başa geçen birinin sorunları yönetmede ve çözmede ne kadar zorlanacağının görülmesinde yarar var. Bunun toplumsal ayrışmayı derinleştirmesi halinde istikrardan daha da uzaklaşma durumunda kalınabilir.
***
Cumhurbaşkanlığı Sistemi toplumsal hassasiyet ve sağduyu açısından yürütmenin göstermesi gereken gayreti bizdeki siyasetin hiç alışık olmadığı bir düzeye çıkarıyor... Bu durum ülkedeki kültürel kırılmaları siyasetin merkezine taşıdığı ölçüde istikrarı tehlikeye atabilir...