Toplumsal bir çatışmayı çözmek için gereken birçok özellik AK Parti tarafından da sahiplenildi. Bir önceki yazıda dökümü verilen tutum, sonuçta doğru tespitler yapan, gerekli irade, çaba ve sabrı gösteren bir hükümete işaret ediyor. Ancak çözüme ulaşmak için bu nitelikler gerekli olsa da yeterli değiller. Literatüre ve yaşanmış örneklere baktığımızda AK Parti’nin benimsemekte mütereddit kaldığı, bazen uygulayıp bazen uygulamakta zorlandığı, hatta özellikle kaçındığı hususlar da mevcut ve bu ikircikli tutumun sağlıklı çözüme ulaşmak açısından engel teşkil ettiğini öne sürmek mümkün.
Bugün uyulması gereken ancak süreç içerisinde istikrarlı bir çizgi izlenemeyen söz konusu dört ilkeden ikisini ele alacağım…
***
Bunlardan birincisi şiddet örgütü ile sadece şiddetin durmasına ilişkin konuların ele alınması, siyasetin ise siyasi parti ile konuşulması... Buna göre PKK ile görüşmelerin silahların susması, geri çekilme ve nihayette silah bırakma ile sınırlanması gerekiyordu. Diğer konularda ise sadece HDP’nin muhatap alınma tercihi açıkça deklare edilmeli ve bu partiye özerk davranabileceği bir alan yaratma konusunda yardımcı olunmalıydı. Tabi PKK ile HDP arasındaki ilişkinin buna izin vermeyeceğini öne sürebiliriz, ama bu durum bugüne dek bütün çatışma vakalarında da aynen geçerli. Hükümetlerin stratejik mahareti tam da söz konusu organik ilişkinin, iki aktörlü hale dönüştürülmesini içeriyor. AK Parti bunu yapamadı… Bunda en önemli nedenlerden biri ise Öcalan’ın muhatap alınması idi. Meseleyi tek kişi üzerinden çözmek iktidara cazip gelse de bu kolaya sapma belirgin bir risk içeriyordu: Eğer çözüme doğru ilerleyemezseniz karşınızda başka ‘olgun’ aktör kalmıyordu. Öcalan’la hem şiddet hem de siyaset görüşmek durumunda kalındı ve bu iki konu ayrımlaşamadı. Daha kötüsü meselenin siyasi boyutu şiddet boyutunun alt kategorisi haline geldi. Bunun ise iki dezavantajı ortaya çıktı: PKK siyasi konuları kendi pazarlık alanı haline getirirken, hükümet de PKK’yı bir yana bırakarak hak ve özgürlük temelli adımlar atmakta zorlandı. Hatta giderek paralize oldu, çünkü bu tür reformların PKK’nın kazanç hanesine yazılacağından ürktü. Nihayette ise, çözüme gidilemediği noktada hükümetin karşısına bir siyasi ‘bulamaç’ çıkmış oldu, HDP özerkliğini geliştirme şansı bulamadı ve bizzat Öcalan müzakere açısından anlamını yitirdi.
***
İkinci ilke önkoşul öne sürmekten kaçınmak ve önkoşullarınızı müzakere sürecinin içine ‘yedirme’ mahareti gösterebilmek… AK Parti başlarda bu tutumu sergilemeye çok daha açık olmakla birlikte, giderek kendi pozisyonu üzerine kapandı ve katı bir duruş sergiledi. Önkoşul öne sürmenin sıkıntısı, karşı tarafın bu önkoşula ‘hayır’ demesi durumunda görüşmenin hiç başlamayacak olması. Eğer görüşme yapmadan sorunu çözebiliyorsanız mesele yok… Ama zaten meseleyi başka türlü çözemediğiniz için görüşmeyi kabul etmiş durumdasınız. O halde görüşmeyi olanaksız kılabilecek koşullar öne sürmenin mantığı ne olabilir? Unutmamak gerek ki her iki tarafta da savaş halinin devam etmesini isteyenler bulunuyor ve hükümetin esas başarısı barışa doğru adım atarak bu zımni koalisyonun gizli iktidarını önlemek olmalı. AK Parti bu hususta tutarlı bir çizgi izleyemedi ve konjonktüre göre tavır aldığı ölçüde sağlam bir strateji üretmekte zorlandı.
***
Yukarıdaki iki ilkede AK Parti’nin tamamen duyarsız olduğunu söyleyemeyiz. Hatta niyet olarak bu ilkelerin içeriğine epeyce yakın bir bakış da görebiliriz. Ne var ki bu bakış tutarlı ve sağlam bir stratejiye dönüştürülemedi ve değişen koşullar karşısında eriyip gitti.