AB’den, Avrupa’dan ve genelde Batı dünyasından haklı şikayetlerimiz var. Türkiye’yi salt ilkesel kriterlere bakarak yüzeysel algılıyor, ama söz konusu algıdan hareketle ideolojik değerlendirmelere yönelmekte beis görmüyorlar. Almanya’nın Türkiye’den gelen silah taleplerini ‘askıya alması’ ya da Alman exim bankasının Türkiye’ye yapılacak ihracata kredi vermemesi gibi kararlar bu değerlendirmenin içine oturuyor. Söz konusu bakışın genel geçer meşruiyeti olmasaydı, Almanya’nın Türkiye’deki tutuklu Alman vatandaşları nedeniyle bu adımları atması mümkün olmazdı. Ne var ki bu mesele, Türkiye’ye yönelik yerleşik ve olumsuz kanaatten güç alıyor ve o nedenle de Almanya’nın tavrı Batı’daki ezici çoğunluk tarafından ‘doğru’ bulunabiliyor…
***
Açıktır ki, bu durum bizim de işimize gelmiyor. Almanya Avrupa’nın lideri konumunda ve Türkiye ile ilgili alınacak tutum ve kararlarda enformel kanalların devreye girmesi kaçınılmaz. Diğer deyişle AB içinde Türkiye’ye ilişkin kararların oy birliği gerektirmesi ne denli zorunlu bir koşulsa, Almanya’nın kesin pozisyon alma durumunda diğer ülkeleri kendi istediği yere çekebilme becerisi gösterebileceği de o denli açık bir gerçek.
Bunun anlamı Almanya ile olan gerilimin diğer ülkelerle yaşananlara pek benzemediğini bilerek yola devam etmemiz gerektiğidir. Unutmamak gerekir ki ABD perspektifinden bakıldığında da Avrupa’nın pusulasını Almanya sağlamakta. Almanya ile ilişkinin limonileşmesi, Batı dünyası ile aramızdaki mesafenin açılmasını ve en yakın olabilecek ‘dostlarımızın’ bile uzaklaşmasını ifade edecektir. Bugün kamuoyu önünde Türkiye lehine gözüken sözler edilmesi bizi yanıltmamalı… Bunlar söylenmesi gerektiği düşünülerek ve Avrupa içindeki pazarlıklar açısından işlevsel bulunduğu için söylenen laflar. İşin gerçeği tüm Batı ülkelerinin son kertede bizden ‘uzaklaşacağı’ bir sürecin içinde olduğumuz…
Bu durum Türkiye’yi Rusya’nın yönettiği alternatif ‘dünyaya’ doğru çekiyor. İslami veya Türki devletlerin siyasi güç açısından etkili olamadığı, hatta küresel meseleler açısından fazla anlam da ifade etmediği bir konjonktürde, Türkiye’nin önünde aslında pek de istemediği tek bir yol kalıyor. Nitekim bugün Avrupa ve ABD’nin Türkiye’ye ilişkin tek kaygısı Rusya’nın çekim alanına mahkum olup oradan çıkamama ihtimali. Bu kaygıyı Batı karşısında kendi lehimize bir pazarlık unsuru olarak kullanabiliriz… Ama aynı kaygıyı taşımadığımızı söylemek zor...
Rusya’nın ne Ortadoğu ve Doğu Avrupa stratejisi, ne de genel siyasetteki ilkesel ve ideolojik tercihleri Türkiye’nin çıkarına değil. Hele bu ülkenin ‘yapısal’ müttefiki olan İran’ı da resme dahil edersek, niçin ‘elimizi verdiğimizde kolumuzu kaptırabileceğimiz’ bir ilişkiye davet edilmekte olduğumuzu anlayabiliriz. Batıdan uzaklaşan Türkiye, Rusya/İran aksının önünde bir tampon haline gelecek… O noktadan sonra Türkiye içinde her karışıklık veya ‘demokratik eksik’ bu iki ülkenin manipülasyonuna açık olacak. Bugün Irak’ta Kürt ayrılıkçılığına karşı çıkan bu ikilinin, aynı tutumu Türkiye’de de sergileyeceklerini sanmak saflık olur…
***
Türkiye’nin Batı ile sorun yaşadığı bir süreçte, bölge bir bütün olarak Rusya kontrolüne terk edilebilir ve bunun yereldeki meyvelerini yiyecek olan da İran’dır… Böyle bir ortamda İran ile PKK arasında nasıl bir anlaşma olacağını tahayyül etmemiz ise herhalde
zor değil.
Şimdi başa dönüp soralım: Almanya ve genelde Batı’nın bizim hakkımızdaki olumsuz kanaatinin nesnel bir yanı da yok mu? Buna bizim katkımız olmadı mı? Bunu biraz da bilerek
yapmadık mı?
Avrupa Parlamentosu geçen hafta ‘Avrupa Parlamentosu-Türkiye Forumu’ adlı bir oluşuma imza attı. Amaç ilişkileri ‘yapıcı’ bir noktaya taşımak ve güçlendirmek… Uzatılan bu eli tutacak mıyız acaba? Yoksa ‘biz sizin ciğerinizi biliriz’ edebiyatına devam ederek kendi ciğerimizle ilgili kanaatleri mi derinleştireceğiz?