Osmanlı kuruluştan itibaren siyasi alanın oluşturulmasında ve yönetiminde Batı’yı referans almıştı. Coğrafi olarak Batı’ya yaklaşmaya çalışırken, yönetim sistemi, becerisi ve toplumsal normların yerleştirilmesi açısından tercih etiği model de Batı’dan gelmekteydi. Batı’ya bakarken onların her yönünü beğeniyor değildik, ama beğendiğimiz yönlerini öne çıkararak aynı standarda gelmeyi hedeflemiştik. O nedenle bunca yüzyıldan sonra şimdi adım adım Doğu standartlarına yaklaştığımızı izlemenin yadırgatıcı bir tarafı var. Her şeyden önce orada geliştirilmiş ve beğeneceğimiz bir özellik yok. O cenahtaki ülkelerin hepsinden birçok açıdan daha gelişmiş durumdayız. Dolayısıyla siyasi ortamımızın giderek bir Ortadoğu ülkesi kıvamına gelmesi açıklanmaya muhtaç…
***
Toplumsal alana bakıldığında modern dönemde Batı kısaca normalleşme demek. Krizlerin zapt edilmesini, kuşatılmasını, olabildiğince geniş ve güvenilir bir meşruiyet zemini üzerinde çözülmesini veya kalıcı bir sonuca bağlanmasını ifade ediyor… Modern zamanların Doğu’su ise kısaca kutuplaşma demek. Krizlerin kimlikleşip derinleşmesini, toplumsal ayrışmalar üretmesini, bunlardan beslenmesini, beşeri zeminde büyük kırılmalar yaratmasını ve sonuçta krizin doğal hale gelmesini ifade ediyor…
Türkiye bugünlerde el birliğiyle ikinci yol üzerinde olabildiğince öne itilmeye çalışılıyor. Maalesef iktidar da bu ‘misyonun’ taşıyıcısı konumunu yadırgamıyor. Kendisinden beklenen yeni başarıları ortaya koyamadığı ölçüde, AK Parti nerdeyse geçmiş aşırı sol anlayışları akla getirir biçimde ‘acilci’ bir tutum sergileme eğilimi gösteriyor. Bunun nedenlerinden biri muhtemelen partiyi ideolojik olarak kuşatarak yönlendirmeyi hayal eden ‘devrimciliğin’, yaşanan kaotik atmosferde belirli bir alan kazanmış olmasıdır. Ancak pratikte asıl neden AK Parti yönetiminin söz konusu tutumu ‘kazanmanın’ önkoşulu olarak algılaması.
Kutuplaştırmayı hedefleyen ‘acilci’ bir millilik ideolojisinin referandumu kazandıracağı öne sürülebilir. Hele bunu destekleyecek bir gerilim ve savaş ortamı varsa, korku toplumun geneline hakim olmuşsa ve ilaveten terör bütün gayrı insani özellikleriyle devam ediyorsa, güvenlik ve bütünleşme ihtiyacı iktidar etrafında bir dayanışma üretebilir. Ne var ki böyle iktidar olmak bir ‘Pirus zaferi’ olarak işlev görecektir. AK Parti bu ‘başarının’ kendi ayaklarında zincire dönüştüğünü gördüğünde, toplumun bir başka ‘kapıya’ yönlenmesi için çok geç kalınmış olabilir…
***
Bütün bunlar iktidarın normalleşme üzerinden başarı aramaktan uzaklaşması ile ilintili… Başarı ihtimali yüksek olan ekonomi ve Kürt meselesinin nasıl birer kısır döngüye dönüştüğünü hep birlikte gözlemliyoruz. Dahası her başarısız kalan konu bir güvenlik alanına dönüştürülüyor ve her güvenlik alanı da ideolojik olarak beka meselesine bağlanıyor. Dolayısıyla bugün bekaya ilişkin her konunun altında bir normalleşememe hali yatmakta…
Sonuçta bunun zararını Türkiye görüyor. Bu arada AK Parti’nin kurumsal bütünlüğü yıpranıyor ve kurum kültürü de ataerkil/oportünist bir yöne kayıyor. Denizdeki bir aysbergin daha az kısmını görüp gerisinin de aynen öyle olduğunu sanabiliriz. Ama bazen su altındaki bölüm çok daha hızla ve fazlasıyla aşınabilir…
Diğer taraftan seçilen dil ve söylem sorun çözme yeteneğini azaltmakla kalmayıp sorunların tetikleyicisi haline gelebiliyor. Böylece AK Parti’nin çıkış nedeni olan özgürlükçü ve demokratik gelecek tahayyülü, gerçeküstü bir ideolojik ve hamasi bulamaç tarafından yutuluyor. Başarı normalleşme içinde aranmadıkça çatışma atmosferine olan ihtiyaç artıyor, ideolojik bir balon yaratılıyor ve AK Parti’nin dostu sanılan bazıları onun patlayacağı anı bekliyor…