Çözüm Süreci’ni kim bitirdi sorusu bir ara çok konuşuldu. Gerçekliğin hangi katmanına bakıldığına bağlı olarak farklı cevaplar verilebilecek bir soruydu. Süreci bitiren ‘erki’ arıyorsak tabi ki iktidara işaret etmek durumundayız, çünkü Çözüm Süreci esas olarak hükümetin inisiyatif ve uhdesinde olan bir olguydu. PKK olmadan da bir ‘çözüm süreci’ tasavvur edebiliriz, ama ülkenin siyasi iktidarından bağımsız bir ‘çözüm süreci’ tamamen ütopik kalır.
Buna karşılık Sürecin siyasi dinamiğine baktığımızda bitirenin PKK olduğu da açık. Başkan yaptırmayacağız söylemini öne çıkararak AK Parti ile muhtemel bir müşterek çabanın reddinden sonra, Haziran seçimindeki başarıya karşın PKK’nın neredeyse bütün kalburüstü yöneticileri ‘devrimci halk savaşı’ çağrısı yaptı ve örgüt cinayetlere girişti. Daha temelde PKK’nın niyet bağlamında da çözüm peşinde olmadığını söylemek yanlış olmaz. Hendek/barikat ayaklanmasının insan, malzeme ve düzenek açısından hazırlığının ateşkesin henüz başlarında yapıldığını biliyoruz.
***
Ancak eğer ‘siyaset’ konuşuyorsak ve ülkenin kadim topluluklarından birinin temel kimliksel hakları hala verilmemişse, ‘çözüm sürecinden’ sadece bir ateşkesi veya diyaloğu anlayamayız. PKK var olsa da olmasa da, şiddet kullansa da kullanmasa da iktidarın yapması gerekenler var. Oysa 2,5 yıllık ateşkes bu anlamda doğru kullanılmadı. AK Parti tüm Kürtlerin, ideolojiden bağımsız olarak talep ettikleri tek hak olan ana dilde eğitimin devletçe sahiplenilmesi ve hayata geçmesi için bir perspektif sunamadı. Böyle bir niyet varsa bile iktidar çok yavaş davrandı. Dahası bu niyeti sorgulatacak şekilde muğlak bir duruş sergiledi. Ayrıca hiçbir şey yapmadan, salt ateşkes süresini uzatarak PKK’yı zorda bırakmayı hedefledi.
Bunun hiç de doğru bir politika olmadığı Süreç yaşanırken de söylenmekteydi… Ancak Suriye’de muhalefetin kısa vadede yönetime ortak olma ihtimalinin olmadığı ortaya çıkmasına rağmen AK Parti’nin tutumu değişmedi. Suriye konusundaki öngörü yanlışlığı, Kürt meselesi Suriye ile iç içe geçtiği oranda çözüm arayışında da tekrarlandı. Ortada IŞİD diye bir gerçeklik varken ve Batı dünyası elini olabildiğince ‘temiz’ tutmaya çalışırken, PKK’nın o bölgede yeni avantajlar elde edeceği, en azından bunların peşinden koşacağı için strateji değiştirebileceği belliydi. Bu açıdan bakıldığında Çözüm Süreci’nin zaten çok fazla süremeyeceğini öne sürenlere itiraz etmek kolay değil.
***
İktidar buradan bir ders çıkardı mı bilemiyoruz. Ama eğer çıkardıysa Alevilerin cemevi ve din dersine ilişkin taleplerine çoktan cevap vermeliydi. Bu reformların birkaç kez gündeme gelmesine rağmen ertelendiği dikkate alınırsa, iktidarın hala zihinsel bir eşiği geçmekte zorlandığı akla geliyor. Ancak nasıl ki Kürt meselesi uluslar arası bir olaya dönüşmüşse, bugün Alevi meselesi de aynı noktaya doğru ilerliyor ve tarihsel ‘ateşkesi’ zorluyor. Bazı Batılı devletlerin Alevilere kayırmacı bir yaklaşım sergilediği, bunun Müslümanlık dışı Alevilik arayışları ile ilişkilendiği, Aleviliğin esas olarak bir siyasi/kültürel kimlik olarak algılanmasının bu grubun bir bölümünü PKK ile yakınlaştırdığı sır değil. Türkiye’nin çözülememiş bu iki temel hak meselesi, bugün uluslar arası denklemlerin içinde ideolojik boyutta bütünleşerek Türkiye’yi istikrarsızlaştırma potansiyeli olan bir dinamik kazanıyor.
Eğer AK Parti yanlış öngörü sonucu geleceği okuyamaz, sorunların bekleyerek yumuşayacağını sanır, kısa vadeli ve tedbirci bir bakışın ötesine geçemezse, ülkeyi yönetmekte tahminlerin ötesinde zorlanabilir…