Cumhuriyet gazetesi ve biri 15 Temmuz darbe girişimi haftası, diğeri kısa süre önce gerçekleşen iki Büyükada toplantısına ilişkin şu ana kadar yazılan iddianamelere ve medyaya sızdırılan iddialara baktığınızda, ortak bir özellik görüyorsunuz. Gerçeği aramaktan ziyade, siyasi kullanıma ve kamuoyu psikolojisini etkilemeye yönelik, iddia ettiği suç unsurlarını kanıtlayacak malzemeye sahip olmayan, zorlama bir çaba… Sanki bu insanların suçlu bulunmasında bir kamu yararı varmış ve suç işlememiş olsalar bile ‘hukukun’ işi onlara uygun bir suç isnat etmekmiş gibi.
***
Geçen hafta içinde bunlara iki gözaltı kararı eklendi. Osman Kavala ve Şaban Kardaş... Birbiriyle ideoloji, siyaset veya hatta yaşam tarzı açısından bile benzemeyen bu iki kişinin aynı dosyadan suçlandığı söyleniyor. Türkiye sivil toplum dünyası her iki kişiyi de uzun zamandan beri tanıyor. Ülkedeki hemen her STK ile yolları kesişmiş, ortak projeler yapmışlardır. Hele Kardaş AK Parti’nin entelektüel açıdan beslenmesini sağlayan birçok etkinliğe imza atmış biri…
Doğal olarak yargı sürecini beklemek, söz konusu dosyada neler olduğunu gördükten sonra konuşmak gerekir. Ancak bir yıldır yaşanan deneyim, bu dosyanın da diğerlerinin zaafı ile malul olacağını düşündürtüyor. Yani yine doyurucu bir suç unsuru olmayacak ve bu iki insanın yıllar içindeki her türlü ilişkisi yan yana konarak kuşku uyandıran birileri olduğu intibaı yaratılmak istenecek. Aksi halde herkesin bildiği şeffaf ve sıradan gerçekler ‘istihbarat’ bilgisi olarak tetikçi medya ve STK’lara sunulmazdı.
Yargıda temayüz eden bu yeni strateji iki işleve sahip gözüküyor… Birincisi bizzat yargının hareket alanını genişletiyor ve onu siyasi açıdan daha ‘kullanışlı’ hale getiriyor. Sıradan ilişkilerin suç bağlantısı olarak telakki edilmesi sayesinde, kişiden kişiye geçerek, akademisi ve medyası ile tüm sivil alanın bir suç zemini olarak tanımlanması mümkün. Ekleyelim ki bu, Gülen cemaatinin ürettiği ve müdanasızca kullandığı bir taktikti. Şimdi aynı yöntem FETÖ’ye karşı kullanılıyor dense de, giderek tüm toplumu potansiyel suçlama altında bırakabilecek bir çerçeve oluşturuyor. Nitekim çember genişledikçe herkesi suçlama imkanının yaratılması, siyasetin ve yargının önüne bir suistimal alanı açıyor. Bu ise baskı ve otosansür ortamının yoğunlaşmasına neden oluyor. Çünkü herkes korkuyor… Suç işledikleri için değil. Suçlanmak için suç işlemiş olmak gerekmediği ve bunun her an ve herhangi bir ilişki nedeniyle karşılarına çıkartılabileceğini düşündükleri için. Ne var ki herkesi darbeci yapmak kaçınılmaz olarak darbeyi sulandırıyor… Şu anki uygulama adım adım Gülen cemaatinin suçunun kamu vicdanında anlamsızlaşmasına yol açıyor.
***
İkinci nokta, söz konusu yargı stratejisinin daha geniş bir bakışla neyi amaçlıyor olabileceğini sormamızı teşvik ediyor. Bilindiği üzere Kavala ve Kardaş’ın gözaltına alınması AB üye hükümetleri başbakanları toplantısına denk geldi. Oysa Kavala için aylardır bilgi sızdırılıyordu. Bu zamanlamanın tesadüf olması mümkün, ama inandırıcı mı? Yoksa AB’nin sert tepki vermesi ve Türkiye’nin Batı’dan uzaklaşması sürecinde bir hamle daha gidilmesi mi istendi? Acaba bütün bunlar muhafazakâr dindarların Avrasyacıların trenine binmiş olduğunu mu gösteriyor? Muhafazakârlar kondüktöre bakıp bunun kendi idealleri doğrultusunda bir yolculuk olduğunu sansalar da, aslında trenin yönünü başkaları mı belirliyor?
Bu kaygıları veri aldığımızda yargının ‘kullanışlı’ kılınması daha anlam kazanırken, cumhurbaşkanlığı sisteminin Bahçeli tarafından önerildiği de akla geliyor… Bugün dindarların ağzına bir parmak İslami kültür sosu çalınırken, acaba devlet yerliliği dışlayan bir millici ideolojik hegemonyanın eline mi geçiyor? Treni kullanan kim olursa olsun, esas mesele rayları kimin döşediği çünkü...