Bir süre önce malum gazetelerden birinde yayınlanan tezviratı görünce, AK Partili arkadaşlar bile hala bu hareketi desteklememi yadırgayabiliyor. Gerçekten de şu sıralarda AK Parti’nin ‘gurur’ vesilesi olma dönemi bitmiş gözüküyor. İnsanlar yıprandılar… Kendi partilerini savunma gücünü ve enerjisini yitirdiler. Bunda OHAL’in yetki kullanımını genişletmek üzere kullanılması, dokunulmazlıkla ilgili sözlerin ihlal edilmesi, ekonomideki akıl dışı ısrar etkili oldu. Demokrasi açısından sorunlu bir anayasa değişikliğinin önerilmesi ve partinin giderek ideolojik olarak MHP’ye yakınlaşması da hevesleri kırdı. Belki de en ağırı partinin kurumsal niteliğinin ikinci plana düşmesi, keyfiliğin öne çıkması ve oportünizmin siyasete damga vurmasıydı. Bu durum yanlış işlerin yapılması yanında, bazılarının ahlaken sorgulanmayı davet eden tutumlar sergilemesine yol açtı.
***
Böyle bir atmosferde malum güruhun bel altı siyasetine maruz kalan benim gibi insanların, kendilerini hala AK Parti’ye yakın hissetmeleri haliyle kolay anlaşılır bir durum değil. Çünkü Türkiye’de siyaset güç, nüfuz ve yaptırım üzerinden algılanıyor. Diğer bir deyişle bu imkanları üreten yollara siyaset deniyor ve ‘siyaset’ yapmaya soyunanların da söz konusu imkanları elde etmeye hevesli oldukları varsayılıyor. Oysa birçokları için cazibenin ta kendisi olan o imkanlar başka bazı insanlar için sadece külfet…
Son yıllarda milletvekili olmaya çırpınan, bir sonraki listede yine yer almak için cansiperane kendini lidere kanıtlama uğraşına giren insanların halini gördükçe, bu ülkede ‘demokrasinin’ henüz ne olduğunun bile anlaşılması için uygun koşullara sahip olmadığımızı düşünebilirsiniz. Türkiye’de siyaset partiler üzerinden yürüyor gibi gözükse de aslında küçük klikler ve liderler çevresinde somutlaşıyor.
***
AK Parti bu geleneğin dışında, bir başka kültür yaratabilme potansiyeline sahipti ama bunu kullanamadı ve sonuçta maalesef diğerlerine benzedi. Bunun nedeni parti ile toplum arasındaki bağın sosyolojik temelinden ürkülmesi ve bağın liderle toplum arasında ideolojik zeminde oluşmasının tercih edilmesidir. Ekonomik ve sosyal orta sınıfın, gerçek anlamda çoğulcu bir yerliliğin üremesini sağlayan AK Parti, bugün komplo teorileri, ideolojik karşıtlıklar, güdük milliyetçilik ve kimlik ayrışması siyasetine mahkum ediliyor…
Peki, bu değerlendirmeyi yapan biri olarak, kendimi hala AK Partili görmem nasıl mümkün olabiliyor? Çünkü ben çok daha öncesinden, yani 90’ların başında Refah Partisi ile birlikte, muhafazakar İslami hareketin destekçiliğini ‘siyaset’ görenlerden biri oldum. Türkiye’nin ancak muhafazakarların demokrat olabildikleri ölçüde demokrasiye ulaşabileceğini ve o kesimde bu yönde güçlü bir iç ivme olduğunu düşündüm. Yıllar içinde bu düşüncem, dünyaya adapte olmuş zihni açık yeni kuşakların ortaya çıkmasıyla doğrulandı. Benim için AK Parti, kendi modern sentezini yapan ve bunu modern-ötesi bir ahlaki duyarlılıkla kuşatabilen Anadolu insanının dışa açılma enerjisiydi. Hala da kıymetli olan budur… Ne partinin organları ne de lideri, söz konusu dinamikle mukayese edildiklerinde tarihsel bir önem taşıyor.
***
Yıllar önce bu yaklaşımla Refah Partisi’ni destekledim ve şimdi de aynı nedenle AK Parti’nin başarılı olmasını istiyorum. Tabi ki bütün yanlışlarını söyleyerek ve bu yanlışlarla mücadele ederek... Çünkü toplum şu an bizlere sunulan yönetim anlayışını hak etmiyor ve başka bir AK Parti de yok.