Eylül’ün 13’ünde yapılan AK Parti’li belediye başkanları ‘istişare ve değerlendirme’ toplantısında Erdoğan, “Biz sıradan bir parti değiliz” dedikten sonra şöyle devam etmişti: “Bu dönemde AK Parti’ye zarar verecek her tutum, her söz, Türkiye’ye ve milletimize vurulmuş bir darbe olacaktır.”
***
Bu epeyce sorunlu bir önerme, çünkü ‘milletten’ ne anlaşıldığı, bu kavramın ne denli çoğulcu olduğu sorusu bir yana, herhangi bir partinin varlığı ve kaderinin ülkenin varlığı ve kaderi ile özdeş olduğunun öne sürülmesi, geçmişte ancak malum otoriter rejimler altında yaşanmış bir durum. Eğer parti/ülke özdeşliği apaçık bir olgu ise diğer partilerin niye var olduklarını açıklayamayız. Ya da onları tümüyle ‘gayrı milli’ ilan etmemiz gerekir ki, bu da bizi o malum otoriter rejimlerle aynı safa çeker.
Öte yandan Erdoğan bir siyasetçi ve siyasetçiler buna benzer önermeler yaparlar. Dünyanın neresinde ve hangi ideolojiye sahip olurlarsa olsunlar, demokrat zihniyette olmayan siyasetçilerin bu türden söylemleri dile getirebildiğini görüyoruz. Dolayısıyla içerik analizini fazla ilerletmenin bir işlevi yok. Buna karşılık herhangi bir siyasetçinin kendisini ‘niçin’ böyle bir önerme yapmak durumunda hissettiğini sorgulamak anlamlı. Çünkü bu tür cümleler çoğu zaman parti politikasının istenen sonucu vermediğini, çoğunluğun desteğinin sağlanabilmesi için partinin ‘millileştirilmeye’ çalışıldığını ima eder.
Eğer bir partinin yöneticileri belirli bir sıklıkla bu türden önermeler yapmaya başlamışlarsa, bilin ki o partinin tepesi ile tabanı arasındaki mesafe uzamaya başlamıştır. Nitekim son günlerde AK Parti içinde de bu türden bir zaafın yaşandığına dair birçok makale yayımlandı. Bunlar olmasaydı bile ‘metal yorgunluğu’ söyleminin ve teşkilat yenileme gayretlerinin altında aynı tespit ve kaygıların yattığını görmek için siyasetçi olmak gerekmiyor.
O halde esas meseleye gelelim… Bugün AK Parti yönetimi ile seçmen ve teşkilat tabanının bir bölümü arasında yaşanmakta olup mesafenin açılmasına neden olan sorun ne? Vurgulamak gerek ki kişi, kültür ve hedefler açısından bir sorun yok… Yani Erdoğan’ın kişiliği AK Partililer için hâlâ değerli bir nitelik. Belirsiz ve sıkıntılı dönemleri Erdoğan’ın liderliği altında geçme arzusu üst düzeyde. Parti yönetiminin kültürel açıdan tabanda yadırganacak bir sapma yaşadığı da söylenemez. Nihayet Türkiye ve AK Parti’ye ilişkin hedefler açısından da yönetimle genel kitle arasında bir uyumsuzluk bulunmuyor.
Ancak öyle gelişmeler var ki, giderek belirginleşen bir ‘mesafenin’ oluştuğunu da gösteriyor. Birincisi şu anki ‘AK Parti’nin kuruluştaki perspektiften ideolojik bir farklılaşma içinde olduğu tespiti yapılıyor. Çeperden gelerek merkezi yeniden ve çoğulcu bir anlayış içinde inşa etme iradesi gösteren bu siyasi hareketin, şimdi geldiği devletçi ve dar milliyetçi bakışla tüm tabanı kuşatmasının çok zor olacağı anlaşılıyor.
***
İkincisi Erdoğan’ın tercihini yansıtan ‘küçük çevre ve tek adam’ yönetim tarzının partinin ortak aklından yararlanamadığı, liyakat yerine sadakati yerleştirdiği ve böylece ‘kripto AK Partililik’ şeklinde tezahür eden bir fırsatçılığa kapı açtığı gözlemi yapılıyor.
Üçüncü olarak ise, muhafazakâr demokratlığa talip bir hareketin son bir buçuk yıl içinde demokratlık iddiasından vazgeçerek, bildik ataerkil zihniyete dönüş yaptığı, parti içi enformel hiyerarşinin ve ihsan sisteminin öne çıktığına işaret ediliyor.
Öyle ki eğer Erdoğan başta olmasa, birçok partili için bunun kendi bildikleri AK Parti olduğuna inanmaları zorlaşıyor. Bu mesafe açıldığı sürece, partiyi ‘millileştirme’ yönündeki gayretler de beyhude olacak ve sırıtmaya başlayacaktır. Çözüm malum otoriter örneklerin izinden gitmekten değil, seçmen ve teşkilat içindeki sağduyunun sesine kulak vermekten geçiyor.