Koalisyonlardan kaçınmayı savunan AK Parti’nin kendisini zorunlu koalisyonlara mahkûm etmesi ilk bakışta garip bir durum. Parlamenter sistemde AK Parti’nin yenilmesi daha uzun yıllar mümkün değildi ve seçim barajı makul orana inse bile, meclis çoğunluğu iktidara ait olabilirdi. Ancak demokratik niteliği zayıf bir cumhurbaşkanlığı modeli ile birlikte koalisyonlar kaçınılmaz hale geldi. Öyle ki bürokrasideki zayıflığını da dikkate alırsak, bundan böyle hiçbir AK Parti iktidarı gerçek anlamda ‘kendisi’ olamayacak...
***
Partinin bu noktaya kendi isteği ile gelmesi açıklanmaya muhtaç. Ancak cevabı herkes biliyor… Erdoğan kendi isteklerini olabildiğince hızlı şekilde hayata yansıtan bir iktidar düzenlemesi istedi ve partinin aklı bunu engellemeye yetmedi. Başkanlık sistemi Türkiye için daha iyi olabilirdi, ama denge ve denetleme unsurlarına riayet ettiği takdirde… O zaman da Erdoğan’ın kendi yetkisini birçok farklı kurul ve kurumla paylaşması gerekiyordu. Buna karşılık sistemi demokratik olmaktan uzaklaştırdığınızda, yani denge ve denetimin asgariye inmesini istediğinizde, en azından meclis çoğunluğunu garanti etmeniz gerekiyor. Bu da seçim öncesinde, henüz iktidar olmadan birileriyle koalisyon yapmanız anlamına geliyor…
Bu koalisyonun kimlerle olacağı açık… Son referandum sonuçları, 4 puanlık HDP’li Kürt oyunu dışarıda bıraktığımızda AK Parti artı MHP oyunun 47.5 civarında olduğunu söylüyor. Bu sonuç hem cumhurbaşkanlığı hem parlamento seçimleri açısından AK Parti’nin MHP desteğine muhtaç olduğuna işaret etmekte. Öte yandan İyi Parti’nin kurulması ile birlikte, MHP’nin referandumda kaybettiği oyların kurumsal anlamda konsolide olma ihtimali yüksek. Diğer deyişle MHP artık yüzde 5’lik bir parti…
Böylece AK Parti ile MHP arasındaki koalisyonun önüne bir tercih çıkıyor: Ya baraj aşağı çekilerek MHP’nin meclise girmesi sağlanacak, ya da MHP kadrolarına AK Parti içinde yer açılarak birlikte seçime girilecek. Birinci şık meclisteki sandalye oranlarının parti oylarına yaklaşmasına neden olacağı için, söz konusu iki partinin çoğunluğu garantilemesini sağlayamayabilir. Dolayısıyla ikinci şık daha ‘sağlam’ gözüküyor…
Nitekim Bahçeli’nin AK Parti ile ‘birlikte mücadeleye’ hazır olduğunu beyan etmesinin ardından Erdoğan da “MHP ile her adımı atmaya varız” dedi. Bu teknik nedenlerle atılmış bir adımın ötesine geçen bir işbirliğinin, hatta organik bütünleşmenin işareti. Çünkü her iki parti de bu birlikteliğe mahkûm…
Söz konusu adımın iki önemli sonucu olacak ve siyasi resmi bütünüyle dönüştürerek yeni bir dönemin kapısını açacaktır. Birincisi AK Parti’nin siyasi reformist niteliği geri gelmeyecek şekilde terk edilebilir ve parti klasik devletçi merkez sağ çizgide karar kılabilir. İkincisi muhalefet de kendi içinde yakınlaşmak ve birlikte davranmak durumunda kalacaktır, çünkü aksi halde iktidar olma şansı bulamazlar.
Bu siyasi yeniden yapılanmanın kimliksel sonuçları ise daha da kritik olabilir. Muhafazakâr kesimin bir bölüm dindarları ile demokrat zihniyete yakın olanları aşırı ‘millileşen’ partilerinden uzaklaşabilir. AK Parti’den umudu kesen Kürtler ise, eğer muhalefet kendi duruşunda bir açılım gerçekleştirebilirse, o cenaha kayabilir. Muhalefetin Kürtler için bir cazibe merkezi oluşturamaması halinde PKK’nın güçleneceği ve bunun iktidara yarayacağı değerlendirmesi, muhalefetin sırf pragmatik nedenlerle bile daha özgürlükçü bir noktaya taşınmasına yol açabilir.
***
Gelelim birçokları için ‘hayati’ soruya… İşler böyle gelişirse, yani AK Parti’den ve HDP’den uzaklaşan sosyolojik gruplar muhalefet koalisyonunu siyaseten anlamlı bulursa, seçimi kim kazanır? Herhalde AK Partililer bu sorunun yanıtını biliyorlardır… Çünkü iktidar olma uğruna MHP ile koalisyona giderken iktidardan düşmeye yol açacak yapı taşlarını döşemek pek akıllıca olmaz…