Ak Parti diyalektiği

Etyen Mahçupyan

Marksistlerin hayatı epeyce basitleştiren bir diyalektik anlayışı vardır. Herhangi bir duruma “tez” adını verebildiğiniz ölçüde, buna cevap olarak ortaya “antitez” çıkar, bu ikisinin çatışması bir “senteze” dönüşür ve söz konusu yeni durum bir “tez” işlevi görür. Böylece hayat yöntem olarak kendisini sürekli tekrarlayan ama içerik açısından “ilerleyen” bir spiral olarak tasavvur edilir.

AK Parti’nin son üç yılına da böyle bakabiliriz… 2014 ortasında Erdoğan cumhurbaşkanı olduğunda AK Parti’nin sloganı “yeni Türkiye” idi. Bu ibare ihtiyaç duyulan inşa döneminin habercisi olarak kullanılıyor ve bunu gerçekleştirecek olan iktidarı da “yeni AK Parti” şeklinde lanse ediyordu. Davutoğlu’nun başbakan olarak tercih edilmesi söz konusu misyona uygundu. Hukuk devletine geçilecek, temel kurumlar yeniden yapılandırılacak, siyasi yapı herhangi bir geri dönüşe izin vermeyecek şekilde dönüştürülecek; iç ve dış politikada yumuşamanın, dostluk üretmenin, rasyonel pazarlıkçılığın önü açılacaktı. Nitekim Kasım seçimlerinin ardından hükümet verilen sözlerin hepsini zamanında hayata geçirmekle kalmadı, AB ile yeniden yakınlaşarak göçmen ve Suriye meselesinde Batı üzerinde etkili olabileceği bir konum yarattı. Buna “tez” diyebiliriz…

***

Ne var ki bütün bunlar olurken AK Parti’de farklı bir strateji gündemdeydi. Erdoğan, Haziran-Kasım seçimleri arasında büyük ölçüde mecbur kaldığı sessizliğini bozmuş, siyasete ağırlığını koymuştu. Ortam sertleşiyor, AB’ye meydan okunuyor, HDP’lilerin dokunulmazlıklarının kalkması için bastırılıyordu. “Yeni Türkiye” gitmiş, yerine dönüşümü değil şu anki durumu yücelten “yerli ve milli” söylemi gelmiş, kurumsallaşma da yerini hizmete bırakmıştı. Binali Yıldırım bu farklı yaklaşımın doğal başbakanı olarak koltuğa oturdu. Buna da “antitez” diyelim…

Tabi hem tezin hem de antitezin liderlik tarafından sahneye konduğu düşünüldüğünde şu basit sorudan kaçınmak mümkün olmuyor: Acaba 2014 ortası ile 2015 Kasım’ı arasında ne oldu da tezden antiteze kayıldı? O aralıkta olan ve hoşa gitmeyen şey neydi? Belki de “tez” aşamasında devam edildiği takdirde gelecek normalleşmenin yetersiz kalacağı ya da böyle bir durumda siyasi üst kadroların göreceli ağırlığının azalacağı düşünüldü. Çünkü birçok siyasi yapılanmada olduğu gibi, AK Parti liderliği de belirli hedefleri “kendi bildiği şekilde” gerçekleştirmek istiyordu... Dolayısıyla liderliğin, sistem içindeki önemini azaltacak olan bir yapısal dönüşüme “evet” denmesi zordu. O halde ilk başta Davutoğlu tercihinin niçin yapıldığını sormak durumundayız. Belki de o dönemde henüz gelecekle ilgili somut bir tespitte bulunulmamıştı veya istenilenlerin yapılmasının ima ettiği riskler öngörülemiyordu. Ancak Kasım seçimi “tehlike yok” işaretiydi ve AK Parti “antiteze” yöneldi.

***

Marksistler tez ve antitez arasında çatışma öngörürler. Burada da öyle oldu. Sonuç parti açısından sıkıntısız olmadı. İç politikada atılan adımın halka anlatılmasında zorlanıldı. İsrail ve Rusya konusundaki U dönüşleri bu ortamda geldi. Hiçbir ek kazanç üretmeden karşı tarafın tezleri kabul edildi. Böylece başarısızlık geciktirilirken, aynı süreçte lider iradesini yücelten “organik lider” aşamasına geçildi. Gerçekleri “kabul edilebilir kıvama” getirmek üzere de bir yandan mega projelere, diğer yandan medyanın milisleşip fedaileşmesine hız verildi. Bu da varılan “sentezdi”…

Şimdi soru, demokrasiye geçmeye direnen, hukuk yapısı sakat ve medyası yozlaşmış bir sistemin popülizm ile nereye kadar taşınabileceğidir. Her sentez aynı zamanda bir tezdir… Bakalım bunun antitezi ne zaman, hangi görünümde karşımıza çıkacak…

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (34)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.