İnanç pedagojik eğitimin en önemli alanlarından biri olmaya devam ediyor. Ancak mesele çocuğa hangi inancı aşıladığınız, ya da herhangi bir inanç aşılayıp aşılamadığınız değil. Bunu nasıl yaptığınız… Esas eğitim öğretilenlerden değil, öğretilme biçiminden ediniliyor. Diğer taraftan herhangi bir inancı benimsemiş ise, çocuğun çevresinden bu konuda olumlu geribildirim ve teşvik alması özgüvenini artırıyor, hayata bakışını pozitif yönde etkiliyor. O nedenle okul ve eğitim sisteminin çocukların ailelerinden tevarüs ettikleri inanç değerlerine saygı göstermesi, onları değerli addetmesi pedagojik açıdan çok önemli.
Ne yazık ki Alevilerle ilgili araştırmalar bizim eğitim sistemimizde bunun tam aksi yönde eğilimlerin varlığını ortaya koyuyor. Tedrisattan muhteviyata Alevi çocuklar kurumsal ve sistemsel bir ayrımcılıkla karşı karşıyalar. Okulda doğan gerilimler ise genelde içe kapanmaya ve sonrasında doğrudan aileye karşı tepkilere yol açabiliyor.
***
Bu başarısızlık ve acizlik tablosunun temelinde bir türlü çözülemeyen ‘zorunlu din dersi’ meselesi var. Din dersini hem zorunlu yapmak hem de uygulamada içeriğini Sünni İslam öğretisi üzerine kurmak doğrudan ayrımcı bir tutum. O nedenle ne savunulabilir ne de sürdürülebilir… Açıktır ki ya bu dersi seçimlik yapıp inancı öğretmek, ya da zorunlu bırakıp içeriğini din kültürü/tarihi ya da doğrudan ahlak konusu ile sınırlamak durumundayız.
Ne var ki yapılması gereken bu denli bariz olmasına, hatta bu konuda bir sürü çalıştay yapılıp aynı minvalde raporlar yazılmasına rağmen ilerleme kaydedilmiyor. Görünüşe bakılırsa bunun nedeni Sünni ve Alevi aileleri aynı anda tatmin etmenin zorluğu. Sünni aileler din dersinin zorunlu olmasını ve kendi inançlarının öğretilmesini istiyor. Alevi aileler ise Sünni İslam temelli olmaması halinde dersin zorunlu olabileceğini, ama eğer öyle kalacaksa seçimlik olması gerektiğini söylüyor. Bu arada kritik bir nokta, Sünni ailelerin bu eğitimin Alevi çocuklara da verilmesi gibi bir taleplerinin olmaması… Yani Sünni aileler din dersinin zorunlu olmasını sadece ‘kendi’ çocukları için istiyor. Dolayısıyla toplumsal taleplerden hareket edildiğinde çözülemeyecek bir mesele yok karşımızda. Buradan da anlaşılıyor ki eğer bugün hala çözülememiş bir ‘Alevi meselemiz’ varsa, bunun nedeni toplum değil devlet ve o devlete yakınlaştıkça devletleşen siyaset.
***
Konuyu sözü edilen çalıştaylar sonrasında üç kez gündemine almasına karşın hiçbir adım atamayan AK Parti’ye baktığımızda demokrasi konusunda yüzeysel ve popülist bir tavrın yarattığı handikapı görmemek mümkün değil. Eğer demokrasi fikriniz önce çoğunluğun taleplerini veri alıp, onun izin verdiği ölçüde azınlık taleplerini karşılamak şeklinde olursa tabi ki ilerleme sağlamanız zordur. Buradan bir demokrasi çıkacağı da ayrıca çok şüphelidir…
Eğer demokrat zihniyet içinde şekillenmişse, ‘demokrasi’ denen birlikte yaşama modeli bizatihi bir ahlak ima eder. Önce geleceğe ipotek koymayan, tüm kimliklerden bağımsız, ilkesel bir çerçeve oturtmak ve bunu ayrımcılığa sebebiyet vermemesini sağlayacak kural ve normlarla desteklemek durumundasınız. Bilahare çoğunluğun taleplerini karşılayabilir ve aynı meşruiyet zemini üzerinde azınlığın isteklerine yönelebilirsiniz.
***
Demokraside ilkeler çoğunluğun siyasi taleplerine veya bir kimliğin hayat tarzının gereklerine bağımlı kılınamaz. İlkelerin kimliklerden ve taleplerden bağımsız olarak ele alınması gerekir. Aynen gücün bizim elimizde olup olmamasından bağımsız olarak, ne denli meşru olduğunun sorulması gerektiği gibi…