Bayram’dan hemen önce, İstanbul Sanayi Odasının (İSO) Beyoğlu’ndaki yeni hizmet binasının açılışı münasebetiyle bir konuşma yapan Başbakan Yıldırım, değerlendirmesinin başında önemli bir tespitte bulunmuştu: “Eğer biz bu 250 milyarlık kredi hacmini oluşturmasaydık bugün 30 bin tane sanayici iş adamı göçmüştü. Bankalar, zora girmişti.” Diğer deyişle 250 milyarlık fon ekonominin hızla çözülmeye doğru gittiği bir noktada can simidi olarak geldi ve finansman geri ödemesinde sıkıntı çeken herkes o can simidine tutundu. Yaratılan ek para devletin iş adamı ile piyasa arasında bir tampon oluşturmasını sağladı. Bu sayede borçlular borçlarını neredeyse maliyetsiz şekilde ertelerken, alacaklılar da alacaklarını eksiksiz alabildiler.
***
Hükümet açısından bu zorunlu bir hamleydi ama hamleyi zorunlu hale getiren koşulların bir bölümüne bizzat hükümet politikası katkı sunmuştu. Yıldırım doğal olarak işin o tarafına değinmedi. Ancak şu soruları sordurdu: Eğer böylesine büyük bir fon yaratmak bizatihi iyi bir ekonomik tedbir ise niye sürekli hale getirilmiyor? Veya acaba diğer ülkeler niçin böyle bir tedbir alarak büyümeyi ayakta tutmaya çalışmıyor? Çünkü bu tedbir, hem suni bir müdahale olduğu ölçüde verimsiz şirketleri de kolluyor hem de bütün maliyeti Hazine’ye yıkıyor. Hiç tartışılmıyor ama bu 250 milyarlık fonun topluma bir maliyeti var ve bunun nasıl paylaşıldığını bilmiyoruz. Eğer hem sanayi ve ticaret erbabı, hem de bankalar durumdan memnunsa borçların ertelenmesinin ekonomik maliyetini kim ödeyecek? Ve de bu maliyeti telafi etmek üzere atılacak adımlar ekonomiyi daha sıkışık bir noktaya çekmeyecek mi?
Çünkü bir ekonominin finansal havuzunu ileriye taşımanın bedeli var. Bu türden bir erteleme dünyanın akışını durdurarak yapılamayacağına göre, aradaki süreye tekabül eden faizin bir biçimde ödenmesi gerekecek. Bu noktada Yıldırım’ın bankalara yaptığı şikayete gelelim... Ama öncelikle vurgulamak gerek ki, açık bir ekonomide devletler bankaları istedikleri noktaya iktisadi politikalar uygulayarak getirirler, çünkü açık veya gizli tehditlerin işe yaramayacağını bilirler.
Yıldırım şöyle demişti: “Her şey güzel de bankalar niye faizleri bu kadar yüksek tutuyor? Yüzde 14’ten parayı toplayacaksın, sanayiciye, iş adamına kaçtan kullandıracaksın? Bu sürdürülebilir bir şey değil... Bak açık söylüyorum… Ya adam gibi makul bir faiz oranını benimsersiniz veya biz bunun tedbirini alırız… Elimizde araçlarımız var.”
***
Öncelikle bankalar o karları hükümetin politikası sayesinde elde etti. Karşılığında bir şey yapmaları isteniyordu ise, onu da paketin içine koymak gerekirdi. Bu yapılmadı ve şimdi faiz indirmeleri isteniyor. İyi de, doğrusu bu ise önce Merkez Bankası’nın faizi 12,5’tan aşağı çekmesi gerekmez mi? Ayrıca hükümetin kamu bankalarının faizini de düşürme imkanı var. O zaman kimse özel bankalara gitmez ve onlar da faizi indirmek zorunda kalırlar…
Ama hükümet böyle bir yola girmiyor. Çünkü o konuşmada Yıldırım’ın ağzına almadığı ‘enflasyon’ herkesin elini bağlıyor. Hükümet inatla en basit ekonomi kuralının emirle ihlal edilebileceğini varsaymaya devam ediyor. Ne var ki enflasyon düşmedikçe faizin düşmesi mümkün değil. Öte yandan bugünkü durumun ekonomik kararlar üzerinde etkisi ise neredeyse sıfır. Çünkü ‘reel faiz’ zaten düşük ve iş adamını ilgilendiren de o… Öyle ki hükümetin reel faizi daha da düşürmesi pek olası gözükmüyor.
O zaman yatırımlar niye artmıyor? Çünkü yatırımı belirleyen esas unsur faiz değil, üretilen piyasanın kendisi. Suni piyasalarla ancak kısa vadeli para kazanmayı düşünürsünüz, yatırımı değil. Bakalım hükümet basit iktisadi gerçeklerin yol ve köprü yapımından ayrı bir alan olduğunu ne zaman fark edecek…