Önce ne demediğine bakalım… Gül ‘Kardeşim Erdoğan’ demedi. Çünkü anlaşılan o ki uzun bir süreden bu yana ‘kardeş’ olmadıklarını görüyordu. Bu kelime zihni, ideolojik, ilkesel ve siyasi yol arkadaşlığını ifade ederken, 2015 başından itibaren zaten Erdoğan o müşterek çizginin dışına çıktı ve o noktadan sonra yol arkadaşlarına vefa gösterme konusunda bilinçli olarak hasis davrandı. Dolayısıyla şimdi Gül’den ‘kardeşim’ lafını bekleyenler pek nesnel ve etik bir değerlendirme yapmıyorlar.
***
Gelelim Gül’ün ne dediğine… Önce iktidarı eleştiren tınısıyla tespitler: “İçeride daha çok huzura, güvene ihtiyaç varken maalesef daha çok kutuplaşma, ayrışma, korku ve kaygı ortamı var… Hamasetin, karşılıklı hakaretlerin siyaseti esir aldığını görüyoruz… Türkiye’nin geleceği güçlü bir demokrasiden, kuvvetler ayrılığı prensibinden, hak ve özgürlüklerin evrensel niteliklerdeki standartlarda uygulanmasından geçmektedir... Çoğulculuk düşmanlık anlamına gelmez...”
Görülüyor ki Gül’ün bakışıyla bugünkü yönetimin çok ciddi yanlışları var ve bunlar Türkiye’nin huzur ve bekası için hayati sorun niteliği taşıyor. Muhtemel cumhurbaşkanlığı adaylığını düşünmesi için zorunlu koşul herhalde buydu. Ama yeterli koşul değildi…
Nitekim Gül yeterli koşulu ve niçin yerine gelmediğini şu sözlerle ifade etti: “Geniş bir mutabakat söz konusu olursa o zaman üstümüze düşeni arkadaşlarımla beraber yapmaktan kaçınmayacağımı da söylemişimdir. Gelecekle ilgili kaygılarım varken toplumun büyük kesiminden de talep gelince böyle bir sorumsuzluk göstermeyeceğimizi de ifade etmişimdir. Temel Bey’in yaptığı temaslar sonucunda böyle bir mutabakatın olmadığı görülmüştür. Böylece adaylığımla ilgili bir süreç artık söz konusu değildir.”
Burada ilginç olan nokta ‘arkadaşlarımla beraber’ ibaresi… Gül söz konusu kararı kendi başına vermediğini söylerken, aynı zamanda muhafazakâr cenahta daha geniş ve toplumsal nitelikte bir itiraz oluştuğuna da gönderme yapmış oluyor.
Gül’ün geniş mutabakat isteğinin altında muhtemelen siyaset üstü konumda kalma, AK Parti içi bir siyasetin parçası haline gelmeme isteği vardı. Nitekim iktidarda bugün AK Parti değil, onun MHP ile bütünleşmiş ve böylece kuruluş ilkelerinin uzağına düşmüş bir versiyonu var. Buna karşılık eksik bir mutabakata dayanıldığında, kendisini özne kılan, kariyerist bir tavır sergilemiş olacağını öngörmüş olabilir…
Kısacası işin özünde Gül’ün adaylığı kabul etmeyi dikkate almasının altında esas olarak AK Parti’nin artık ‘kendisi’ olmaması, oysa Gül’ün hâlâ o çıkış prensiplerine bağlı kalması yatıyor.
İşin ilginci, olayın anlamını en iyi yakalayanlardan birinin Kılıçdaroğlu olması… “Yaptığı açıklamalar son derece değerli. Bu ülkeye hizmet etmiş cumhurbaşkanlığı yapmış birisinin kuvvetler ayrılığı ilkesine, liyakate, adalete, şeffaflığa vurgu yapması son derece önemli. Türkiye’de bugün için olmayan ama olmasını arzu ettiğimiz değerlere vurgu yapıyor… İktidar kanadının tepki göstermesi doğal. Bunların olmadığı bir süreci yaşıyoruz. Sayın Gül açıklamalarıyla Türkiye’de içinde olduğumuz sorunların çözümüne talip olduğunu da ifade etti. Farklı siyasal görüşlerde olsak bile Türkiye’nin menfaatleri için bir araya gelip tutarlı politika oluşturacağız… “
***
Diğer deyişle Kılıçdaroğlu muhafazakâr cenahta cinin şişeden çıktığını ve belki o kesimde de laik cemaattekine benzer bir demokratik ayrışma olduğunu nihayet görüyor.
Öte yandan milli olmaya çalışan bir tarihçimiz şöyle bir twit atmış: “Abdullah Gül ‘Eğer geniş bir mutabakat olsaydı, yıllarca bana kardeşim diyen Recep Tayyip Erdoğan’ın karşısına aday olarak çıkacaktım.’ demiş mealen. Tarih seni ‘Erdoğan’ın kardeşliğini hak etmeyen, makam uğruna kardeşini satan’ birisi olarak anacak Sn. Gül!”
Okuyunca kimin makam peşinde olduğunu hemen anlıyoruz, değil mi?
Sonuçta birçokları Gül’ü cesaretsiz bulabilir, hayal kırıklığı yaşayabilir... Ancak belki de bir gün geri dönüp baktığımızda Gül’ün bu siyasete ve çevresindeki yozlaşmaya birkaç gömlek fazla geldiğini düşüneceğiz…