Nesiller değiştikçe fikirler de değişiyor. Teknolojinin kazandığı büyük ivmeyle birlikte değişimin en hızlı olduğu dönemin 2000 sonrası olduğunu söylemek zor değil. Bu da demektir ki çocukluğunu 2000’lerde geçiren nesil bambaşka bir kimlikle yükseliyor. Bu kimliği de incelerken de bu farkı bilip “şimdiki gençler” klişesinden çıkmamız gerekiyor.
Gençlerin nasıl olduğunu ihtiyarlardan dinliyoruz hep. Oysa değişim bu kez o kadar büyük ki o ihtiyarlar, gençlerin ilgilerini takip bile edemiyorlar. Gençler üzerine konuşulan ama hiçbir gencin konuşmadığı tüm ortamlara da buradan tekrar sitem ediyorum. Ayrıca gençlerin tümünün tek bir kişiymiş gibi sunulduğu tüm değerlendirmelerin eksik olduğunu başlarken vurgulamak istiyorum. Bir genç olarak gördüğüm değişimi göstermeye çalışırken mecburen ben de gençler diyeceğim, bunun tüm gençleri kapsayamayacağı söyleyip konuya geçiyorum.
Yükseldiğini en bariz gördüğüm şeyleri büyüklüğüyle sıralayayım: Sekülerizm, feminizm, bireyselleşme, milliyetçilik, seyircilik, ümitsizlik, gizlipolitiklik, minimalizm, veganlık.
Sekülerizmin yükselişini tüm dünyada görüyoruz zaten. Türkiye’ye bakarken “dindar gençlik” projesinin ters tepmesini de eklemek lazım bu okumaya. Tarihin her döneminde gençler, tepeden geleni terslemişlerdir. Bunu görmeden yapılan bir nesil inşası elbette tutmaz. Sekülerizmin bu kadar büyümesinin bir sebebi de İmam Hatip okullarının aşırı derecede çoğalmasıdır diyebiliriz. Bunu hem bir gençlik refleksi olarak “yaygın olana karşı çıkma” açısından hem de sekülerizme gerçek karşılıklar verebilecek insanları yetiştirebilecek olan bu kurumların “niceliğinin artmasıyla niteliğini kaybetmesi” açısından söylüyorum.
Şunu da mutlaka konuşmak gerekiyor. Türkiye’de iktidardan memnun olanların oranının düşük olduğu aşikar. İktidar, negatif propaganda ile varlığını sürdürebiliyor. Yani “diğerleri” gelmesin diye mevcudu destekleyen ciddi bir kitle var. Buna bir de muhalefeti eklediğimizde iktidarın seçilen veya sevilen bir şey değil de razı olunan bir şey olduğunu fark etmek zor değil. Bunu, şunun için söylüyorum. İktidar böyle olduğunu söylemese de sokaktaki mevcut algı “müslümanların iktidarı” üzerine kurulu. Dolayısıyla bu iktidarın olumsuz her hareketi ne yazık ki müslümanların hanesine eksi olarak yazılıyor. 18 yıllık bir iktidar ve onu beğenmeyen büyük bir kitle var. Ondan rahatsız olmanın da sekülerizmi büyüttüğünü yok saymamak gerekiyor. Gençler sekülerleştiği için iktidarı beğenmediği gibi iktidarı beğenmediği için de sekülerleşiyor.
Sekülerleşmeyi eğlence anlayışı ve kısa vadede daha cazip gelen bir yaşam tarzı sebebiyle tercih eden bir kitle de var. Dindar ailelerin çocukları büyük şehirlerde üniversite öğrencisi olduklarında bu ikilemi çok sık yaşıyorlar. Seküler bir hayat daha eğlenceli ve daha “havalı” görünüyor.
***
Feminizm bahsini daha önceden (21.08.2019 - Karar) konuştuğumuz için bu başlığı geçiyorum.
Bireyselleşmeyi sekülerizme birlikte okuyoruz tabii. Bu başlıkta da sosyal medyanın payı büyük. Özellikle Instagram üzerinden berbat bir bireyselleşme yükseliyor. Her şeyden değerli ve en özel varlık olduğumuz yalanına çabucak kandık. Bu da Ekşi Sözlük ve Twitter gibi alanlarda daha beter sonuçlar verdi. Bizi tam da bireyselleşmenin hedeflediği gibi değersizleşmiş bir toplumun anlamını kaybeden müşterilerine çevirdi. Türkiye’deki tüm gençlerin üzerinde mutabık olacağı tek bir değerin olmadığını görüyorum. Ortak bir sanatçı, bir fikir adamı, bir değer, bir ahlaki norm, bir şiir, bir şarkı… Hiçbiri.
En özel olduğumuza öyle ikna olduk ki diğerleri gibi olmadığımız için onlardan hep farklı olmaya çalıştık. Herkesin hırsızlık kötüdür dediği bir ortamda “aslında sistem hırsızlık üzerine kurulu, tabiatın doğasıdır bu” veya “hırsızlığa kötü diyorsunuz ama ondan önce tecavüze desenize” ya da “bugün hırsızlık kötüdür diyenler dün neredelerdi?” gibi korkunç sesleri muhakkak duyuyoruz. Bu tarz meselelerde bu seslerin yok sayılabilecek azınlık olduğunu düşünürdüm fakat bu bağlamda incelediğimizde söyleyebilirim ki artık azınlık boyutunu aştı. Ne Neşet Ertaş ne Yunus Emre, ne Aziz Sancar ne Türkiye, bugün gençler arasında ortak payda sayılıyor. Bundan daha korkunç bir sorun düşünemiyorum. Çünkü millet, paydaya yazılanla tanımlanır. Tüm paydaların dışına yazılacak kadar özel olduğunu sanan genç o kadar çok ki bir millet olmak çok zor. Üstelik paydaları her defasında bölen bu marjinal sesler hızla büyüyor.
Kabul etmeliyiz ki biz gençler için sosyal medya devasa bir kahvehane. Nabız en iyi oradan ölçülüyor. Oraya baktığımızda linç odaklı, bol mizahlı bir alan görüyoruz. Çok iyi mizah yapılıyor ama mizah birçok ciddi meseleyi de çözümü konuşamadan tüketiyor. Üstelik meseleye ciddiyetle bakmaya gayret edenlere de pek fırsat verilmiyor. Bunu biraz kırarsak birçok şeyin önü açılacaktır.
Tabii bu büyümeleri sadece iktidarla, sosyal medyayla açıklamak çok zor. Küresel olarak yükselen boyutu için Netflix büyük bir örnek. Hızla büyüyen indie rock müziği, reklamcılık dili gibi ve daha birçok başlık da Türkiye özeline bakarken incelenmesi gereken şeyler.
Bu incelemeleri ve diğer yükselenleri sonraki yazılara bırakalım, okurken yormayalım. Haftaya da milliyetçilikten başlar güncel alternatif rocka doğru gideriz. Yol bizim, şimdilik burada biraz dinlenelim.