Gezi Parkı olaylarından beri Türkiye’de her yıl en az bir defa “Kültürel İktidar” meselesi tartışmaya açılıyor. Bu tartışma çoğunlukla Erdoğan’ın özeleştiri görünümlü itirafları ile gelişiyor ve bir sonuca varmıyor.
Erdoğan hiç şüphesiz Türkiye’nin gördüğü en zeki politikacılardan biri. Eksiklerini, eleştiri aldığı alanları çok iyi biliyor. Bazen bu eleştiriler karşısında çözümsüz kalınca eleştiriyi sahipleniyor, “samimi bir özür” çerçevesine almaya çalışıyor. İstanbul’un yıllar içinde büyük bir ihanete uğradığı artık örtülemez bir gerçek olduğunda “Biz bu şehre ihanet ettik” demiş ve büyük alkış almıştı. “Kültürel iktidar, fikri iktidar” bağlamında söylediklerini de bu çerçevede okuyorum.
Bu okumanın sebebi kötü niyet değil, bir çalışma görmediğim için böyle söylüyorum. Tövbenin süresi, samimiyetin sınırı vardır. Biri sürekli “şunu yapamadım” diye yakınıyor fakat bunu çözmek için gözle görünür bir adım da atmıyorsa ona inanamayız, basittir bu. Yoksa iktidarın popülist politikalar izlediğine, kültürün açacağı farklı bakışları istemediğine değinecek değilim bu yazıda. Onlara ilerde daha uzun değiniriz.
Kültüre el atmak için TV kanalı ve kitapçı satın almanın meseleye ne kadar uzak olduklarını gösteren ciddi bir veri olduğundan da uzun uzun bahsetmek istemiyorum. Birçok belediyenin kültür ajandasının birbirinin kopyası olduğundan, güvenli ve sadık isimler dışındakiler için bir kapı bulmanın zor olmasından da bahsetmeyeceğim. Çünkü tüm bunların üstünde duran ve bunlara yol açan bir başka başlık var.
Siyasi iktidar, önüne gelen her şeyi “iktidar” çerçevesinde değerlendiriyor. Futboldan sinemaya, derneklerden okullara kadar her yeri sarıyor bu kör edici bakış. Kültürel iklim, sosyal yapı, toplumsal bakış gibi kavramların silinip ısrarla kültürel iktidar denmesinin en büyük sebeplerinden biri bu belki de.
Kültür ve fikir, sivil alandan ilerler. Devletle bazen paslaşır, bazen zıtlaşır ama iktidarın güdümünde süremez. Bağımsız ve özel olması gerekir, aksi halde geçimini sağlamak için bazı şeyleri düşünemez, söyleyemez, çözemez. Aynı ezberin içinden farklı ses gelmez.
Fikir ve kültür, büyük koronun dışında korunur. Her şeyin ötesinde tüm sivilliğiyle durur.
Ya da kaybolur.
Israrla “Ömer” aranılan bir devirde sivil fikir ve sivil kültür kaybolmuştur.
Bugün Türkiye’deki birçok büyük sıkıntının temelde sivil alan eksikliğinden kaynaklandığını sık sık vurgulamaya gayret ediyorum. Kültürün zor durumunu da yine buna yoruyorum.
Fakat yine de kültüre can suyu verebiliriz, bu elimizde.
Sivilliği tekrar kazanmak için yapılması gereken ilk şey Sivil Toplumun yeniden bağımsızlaşmasını sağlamaktır. Mesela TGSP(Türkiye Gençlik STK’ları Platformu)’nin bu ülkeye ne kadar zarar verdiğini anlasak gerisi çorap söküğü gibi gelecek. Onlarca STK’yı bir üst başlıkla direkt olarak siyasi iktidara bağlamak kültürel gelişimin önündeki en büyük engellerden biridir.
Sivil alanın ne demek olduğunu anladığımızda kültüre de iktidar çerçevesinin ötesinde bakabileceğiz demektir. O zaman yeni adımları konuşuruz, siyasi iktidarın atması gereken adımları da cesurca söyleyebiliriz. Hatta ben şimdiden onlardan bazılarını söyleyeceğim.
Türkiye’nin kitap okuyan bir Kültür Bakanına ihtiyacı var. Bunun için öncelikle Kültür, Turizmin boyunduruğundan kurtulmalı, müstakil bir Kültür Bakanlığı kurulmalıdır. “Kültür ve Turizm Bakanlığı”; kültürü turistik bir şey olarak algıladığımızın korkunç bir itirafıdır. Döviz, ticaret ve reklam odaklı turizm ile kültürü aynı başlık altında okumak demek kültürün k’si hakkında fikir sahibi olmamak demektir. Ne yazık ki çok uzun yıllardır bu iş böyle sürüyor, gerçek bir Kültür Bakanlığı çok uzakta görünüyor.
Gerçek bir Kültür Bakanlığı’ndan kastım kültürü tekeline almaya çalışan bir bakanlık değil asla. Sivil alanın derdini dinleyecek ve çözüm üretecek bir bakanlık sadece. Resmi bir muhataptan bahsediyorum, sınırlayıcı bir idareden değil. Kültürün doğal akışı yine sivil alanlarda kendiliğinden sürecektir.
Müstakil bir Kültür Bakanlığı kurulduğunda atılması gereken adımları cesurca söyleyebiliriz. Hatta ben şimdiden onlardan bazılarını da söyleyeceğim.
Kültürün temel yatağı olan kitap ve dergi büyük kriz içerisinde. Bu durum kolay çözülebilir iki soruna dayanıyor. Birincisi Türkiye’nin kitap kağıdı üretememesi, ikincisi fikir kargosu eksikliği.
Kağıdın ithal oluşu kültürü dövize odaklıyor. Kitap-dergi fiyatları kurdan direkt etkileniyor, fikrin ocağı sönüyor. Yerli kağıt fabrikaları; döviz kurundan bağımsız, yerli bir kültür alanı oluşturmak için temel ihtiyaçtır. Kağıtsız medeniyet olmaz.
Medeniyetin bir ucu kağıtsa diğer ucu yoldur. Bir kitap basınca, bir dergi çıkarınca bunu okuyucuya ulaştırmak dağlar aşmaktan daha zor. Abonelik sistemiyle çalışan dergiler en büyük masrafı kargoya yapıyor ve yavaş yavaş batıyor. Dergiler Birliği çok uzun zamandır PTT ile hakkaniyetli bir anlaşma yapmaya çalışıyor fakat ne yazık ki dergilerin okura ulaşması konusunda sorun çözecek bir Kültür Bakanlığı yok.
Bakanlık kurulduğunda sokak sanatçılarından opera salonlarına, mimariden dans kurslarına kadar birçok şeyi daha tartışacağız. Şimdilik son bir şeyi içimde kalmasın diye söyleyip susacağım:
Rahmetli Asım Hocam, hani vefatının ardından yetkililerin taziyeler yayınlayıp ne kadar iyi işler yaptığını anlattığı Asım Gültekin Hocam, dünyanın en zekice kültür işlerinden biri olan Dergi Fuarı’nı yapabilmek için kırk kapı çalıyordu. Bu kadar işte aslında. Her şey bu kadar.