Eser gider. Hayal gibi, hayat gibi. Kokusu kalır geride bazen; aşk gibi.
Eser gider, böyle dedi bizden önce gidenler.
“Geldi geçti ömrüm benim,
Şol yel esip geçmiş gibi
Hele bana şöyle gelir,
Şol göz yumup açmış gibi”
demişti Yunus. O da gitti ama kaldı kokusu. Daim olsun.
Rüzgar uçurur insanı, havalandırır, coşturur. Uçurtma olur insan onunla, yelkenini doldurur. Her şey daha hızlı, daha kolay olur onunla. Kanat çırpmak da gerekmez kürek çekmek de, öylece yol bulunur.
Rüzgar sürükler insanı, kaldırır, savurur. Toz olur insan onunla, balonunu doldurur. Her şey daha hızlı, daha kolay olur onunla. Kanat çırpmak da gerekmez kürek çekmek de, öylece yol bulunur.
İnsanın kalitesi rüzgarda belli olur.
Rüzgarın kalitesi giderek düşüyor, iklim değişiyor. Rüzgar çok sert esiyor artık, bahar düşlemeyi kabul etmiyor. Türkiye’de esen bu sert rüzgar, tüm tartışma iklimini ortadan kaldırıyor. Rüzgara kapılmadan konuşmak, ilkesel durmak, fikirlerini açıkça savunmak artık pek mümkün değil.
Mesela şiddet her geçen gün her alanda büyüyor. Sokakta, medyada, siyasette açıkça görüyoruz bunu. Kadına şiddetin, sokaktaki magandalığın, dizilerdeki mafyalığın, siyasetteki kabadayılığın birbirinden bağımsız olduğunu düşünebilir miyiz? Hepsi aynı rüzgarın esintisi değil mi? Açıkça tartışabiliyor muyuz bunları bugün? Ancak bu kadarcık ima edebiliyoruz, şiddetten daha fazla pay almayalım diye.
Kocaman bir yoksulluk büyüyor bu ülkede. Bir simitin 3.5 lira olduğu günlerden geçerken içimizden geçenleri söyleyebiliyor muyuz? Ben söyleyemiyorum. En azından ilkesel durmaya; alın terinin, emeğin değerini savunmaya gayret ediyorum. Sadece bu kadarını söyleyebildiğim için kendim dahil tüm emekçilere karşı da mahcup hissediyorum.
Bir yandan da izliyorum. Bu yırtıcı rüzgarda koca koca insanlar emekmiş yemekmiş boşverip yelkenimi doldurayım derken balonunu patlatıyor. Rüzgara teslim olan gazeteci, sanatçı, siyasetçi ve entelektüeller savrulup duruyor.
Kimisi farkında değil rüzgara kapıldığının. Mevsim normallerini hiç düşünmemiş çünkü, başka bir iklim düşlememiş. Oradan oraya gezmiş ama hiç esmemiş. Ömrünü eskitmiş.
Oysa Nazım’ın dediği gibi, rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçmeli hayat! Bazen coşkun, bazen serin. İçinden geçmeli çiçeklerin, ardına bakmalı mevsimlerin.
Rüzgar hep esecek, rüzgar gülü hep dönecek. Biz ne diyeceğiz peki?
Ölümü unutmayalım, rüzgara şarkılar söylemeyi de. Gerisi gelir bir şekilde.
“Rüzgar gülü rüzgar gülü, hiç ölümü düşündün mü?”