Aslında gidilecek yer bellidir. Gerçek hikayeler başladığı yerde biter, insan geldiği yere mutlaka döner. Gelmiş geçmiş bütün ömürler, farklı gitme biçimleridir bir bakıma.
Bir de bu kısa ömrün içinde duraklar vardır. Kararır geceye gideriz, boyanır aşka gideriz, yorulur eve gideriz, bunalır dosta gideriz. Bir de daha gerçek hayatlar vardır.
Her sabah kalkar mesaiye gideriz. Bir ekmeğe beş lira vermek için kalkar fırına gideriz. En ucuz çorbayı bulmak için beş mahalle öteye gideriz. Nefessiz yolculuğu göze alıp metrobüse gideriz. Bir vitrine bakar, hayallere gideriz. Gün olur, sandığa gideriz.
Bazen botumuz olur, kotumuz olur ama yine de nereye gideceğimizi bilemeyiz. Ali Ural şöyle demişti:
“yedi çift ayakkabım var ve nereye gideceğimi bilemiyorum“
Herkes bize büyük bir şey bulmuş gibi kapıyı gösteriyor. Artık orta sınıfların şehirde yaşamasının mümkün olmadığını hayat bize hergün tekrar tekrar gösteriyor. Şehre en az bir saat ötede; eski ama tarihsiz, pahalı ama güvensiz dairelere mecbur bırakıyor. Şehirde yaşamak her geçen gün bir lükse dönüşüyor.
Üstelik şehir de hızla eriyor. Hafızası siliniyor, mekanları dönüşüyor ve kaosu büyüyor. İnceliğini ve estetiğini yaşamak için insanda huzur bırakmıyor.
Geçen hafta merkezi Düzce olan depremden İstanbul da etkilendi. Her geçen gün daha fazla yaklaştığımız büyük depremin ihtimali bir kez daha korkuttu bizi. Fatih Altaylı bu depremin ardından Jeolog arkadaşı Celal Şengör’le görüştü. Altaylı’nın aktardığına göre Celal Hoca şöyle diyor:
“İstanbul’u bir kez daha uyarıyorum. Ve belki bundan sonra bir kez uyarma fırsatımız dahi olmayabilir. Sana tavsiyem İstanbul’dan, şehir içindeki evinden taşın. O kadar hazırlıksızız ki, bir doğalgaz boru hattının kırılması bile yeter. Taşın çünkü Fatih’siz bir hayat istemiyorum.”
Fatih Altaylı’nın İstanbul’dan taşınabilecek ve taşındıktan sonra da hayatını idame ettirebilecek bir birikimi vardır sanırım. Fakat açıkçası benim yok. Muhtemelen yazılarımı takip eden dostlarımın da yok.
Bugün yeni yapılmış ve depreme dayanıklı olduğu tespit edilmiş bir ev almak, alt ve orta sınıflar için hayal bile değil. Milyonlarca insan hali hazırda oturduğu eve yapılacak kira zammının endişesini yaşıyor. Şehirde güvenli ve dayanıklı bir evin kirası, asgari ücreti en az üçe katlıyor.
Bakanlık eski evlerde oturanların bir an önce taşınması gerektiğini söylüyor. Kentsel dönüşüm projeleri, alt sınıfları şehrin dışındaki başka güvensiz evlere itmek ve yeni rant alanları oluşturmak dışında hiçbir işe yaramıyor. Ekonomik kriz ve sosyal adaletsizlik can güvenliğimizi tehdit ediyor.
Milyonlarca insan yüksek kiralara ve bunca kaosa rağmen şehirde yaşamak zorunda kalıyor. Prekarya ve beyaz yakalı işçiler plazalardaki işlerini korumak için şehirden taşınamıyor. Çünkü başka bir yerde başka bir iş bulamayacağını biliyor. Bir aylık emeğinin karşılığını, ay sonunda ev sahibine gönderiyor.
Bazıları bunu da yapamıyor. Birkaç gece önce Saraçhane civarındaki bir parkta yaklaşık on evsiz, buldukları her şeyi üzerine örterek uyumaya çalışıyordu. Fatih’te, İstanbul’un merkezinde, valiliğin, belediyenin ve en önemli onlarca STK’nın bulunduğu yerde…
Bu gece aynı parka tekrar uğradım, şükür ki, hiçbir evsize denk gelmedim. İstanbul Büyükşehir Belediyesi birkaç yıldır kış aylarında evsiz vatandaşları otellere ve pansiyonlara yerleştiriyordu. Bunun bu yıl da yapıldığını umuyorum. Bunca vergi verdiğimiz onlarca devlet kurumunun, vatandaşların donmasını önlemek gibi “hayati” bir görevi var. Tüm ülkede, ilgili tüm kurumlara hatırlatayım.
Kış krizi büyütüyor. Fakat yine de umutsuzluk yok. Gençliğimiz yandı, canımız yandı, emeğimiz yandı. Bir de türkü yakıp ısıtırız dünyayı:
“Ne de olsa kışın sonu bahardır”