Türkiye’de son yıllarda kütüphanecilik konusunda çok güzel gelişmeler yaşandı. Kütüphanelerin sayısı ve niteliği bazı ölçülerde iyi derecede arttı. Fakat bu iyileşmelere rağmen gariplikler de var.
Kütüphanenin neresi olduğuna ve ne işe yaradığına dair ciddi bir kargaşa var. En temelde ise iki kafa karışıklığı göze çarpıyor.
Birincisi şu: Birtakım insanlar, kütüphaneleri kitapların istiflendiği, depolandığı alanlar olarak görüyor. Bu insanlar genellikle bürokratların, siyasetçilerin ve belediyecilerin içinden oluyor ne yazık ki.
Kütüphaneye nereden baktıklarını anlamak için çok basit bir ölçü var. Mesela bir kütüphaneden bahsederken binasının fiziksel büyüklüğünden, içindeki kitap sayısından öteye geçemiyor bu insanlar.
Zaten temel sorunumuz neredeyse her şeyin değerini fiziksel büyüklüklüğüyle ölçmek. Büyük bir adalet sarayı yapmak, büyük bir bahçe kurmak, en büyük camiyi inşa etmek… Örnekler uzadıkça uzar. Bu büyüklük fetişizmi inceliği, zarafeti, nezaketi ıskalamaktan başka bir işe yaramıyor.
Devamlı büyük manzaralara bakıp çiçekleri fark etmemek gibi bir şey biraz.
Siyaset dilinin inceliği görememesi doğal, bunun kültür alanlarına bu kadar sirayet etmesi ise çok daha derin başka sorunların bir sonucu. Belki başka yazılarda ona da değiniriz, şimdi konuda kalalım.
Büyüklükle ölçülse de yerel yönetimlerde kütüphane açma hareketi hızla büyüyor. Fakat bu büyümede de gariplikler var. İkinci temel sorun da tam burada doğuyor.
Kütüphane, çok sessiz durulması ve içerde test çözülmesi gereken bir yer sanılıyor. Özellikle dershanelerin kapatılması sonrasında, sınava hazırlanan öğrencilerin rahatça ders çalışabilecekleri alan ihtiyacı iyice arttı. Bu da belediyeleri etüt odası tadında sözde kütüphaneler yapmaya itti. Bu kütüphanelerin birçoğunda kitaplar o kadar özensiz seçilmiş ki bir dekor olarak duvarları kaplamaktan öteye geçemiyor.
Kütüphaneler, test kitaplarıyla kimyası bozulmuş öğrenciler tarafından işgal ediliyor.
Elbette ders çalışmak isteyenlere etüt odaları, çalışma alanları sağlamak gerekir. Fakat bununla kütüphaneyi birbirine karıştırmamak lazım. Ayrıca sınava hazırlananların da etüt odalarından daha çok kütüphanelerde vakit geçirmesini, soru kitapçıklarından daha çok gerçek kitaplarla ilgilenmesini sağlamak da lazım. Bugün öğrenciler test çözmekten kitap okumaya vakit bulamadıklarını söylüyorlar. Bu büyük bir mesele.
Tüm bunları anlatabileceğimiz yetkililer var mı bilmiyorum. Gördüğüm kadarıyla yerel yönetimlerde kültür müdürlerinin çoğu kitap okumuyor. Kitap okumayan birine kütüphanenin ne olduğunu anlatmak mümkün mü, bilmiyorum.
Merhum Asım Gültekin Hocam, Türkiye’de kütüphanelerin gerçekten kütüphane olabilmesi için çok uğraşmıştı. Bu konuda konuştuğu videolardan birinde söze şöyle başlıyor:
“Benim çocukluğumda en büyük hayalim bir kütüphane görevlisi olmak idi. Kendim kütüphane görevlisi olamadım ama hangi şehre gittiysem, nerede yaşıyor isem orada mutlaka kütüphanelerle ilişkili, irtibatlı olmaya; kütüphanelerden istifade etmeye gayret ettim. Kendi evim de bir zaman sonra adete bir kütüphaneye dönüştü.”
Bugün onun adının kütüphanelerde yaşayacağını umuyorum. Belediyelere kütüphaneleri için bir isim önerisi olarak merhum hocamın adını buradan iletiyorum.
Elbette “Asım Gültekin Kütüphanesi” gibi yerlerin kitap istiflenmiş etüt odaları olmamaları gerekiyor. 7 gün 24 saat açık iyi kütüphaneler olması gerekiyor.
İyi kütüphanelerin;
-Kitap okuma grupları, dergi ekipleri ve kültür kulüpleri için toplantı alanları,
-Öğrencilerin rahatça ders çalışabileceği ferah etüt odaları,
-Yazar söyleşileriyle, kültür etkinlikleriyle devamlı aktif olacak salonları,
-Hızlı internet imkanı olan bilgisayar odaları,
-Sürekli çay ve çorba ikram edilecek yemekhanesi,
-Ağaçları, çiçekleri ve çardakları olan bir bahçesi,
-Gençleri ve çocukları oraya çekecek cazip etkinliklikleri
-Kitapların ve dergilerin yerlerine hakim olan güler yüzlü kütüphane memurları olması gerekiyor.
Çok az da olsa buna benzer iyi kütüphaneler var.
Kütüphanecilik Haftası vesilesiyle iyi kütüphanelerin en yakın zamanda çoğalmasını umarım.