Vaktiyle miras meselesinden kavga eden iki kardeş iki ayrı tepeye ev kurmuş. Sonra aileler büyüdükçe iki tepe de birer köye dönüşmüş. Köyün imamı, öğretmeni, muhtarı ve delisi olmuş. Nesiller değişmiş ama mirastan başlayan kavga hiç bitmemiş. Ne zaman bir sükunet olsa iki köyün kahvesi de aynı şeyi konuşurmuş: Karşı köyün delisini.
Bu konuşmalar elbette delinin, deli olduğu yok sayılarak yapılırmış. Sanki o deli değil de bütün köy o saçmalıkları yapıyormuş gibi anlatılır ve diğer köyden nefret edilirmiş. Anlattığım gerçek bir hikaye. Saçma, komik geliyor değil mi? “Olur mu öyle şey?” diyerek hafifçe gülüyorsunuz okurken. O zaman o meşhur sözü tekrarlamanın vakti geldi demektir:
“Ne gülüyorsun? Anlatılan senin hikayen!”
***
Bir hikayem daha var, daha önce Yunus Yağız, Serçe Dergisi’ndeki denemesinin içinde anlatmıştı.
Bedevinin biri çölde devesiyle giderken yardım isteyen, susuz kalmış birini görür. Devesinden iner ve ona su verir. Suyu içen yaya bizim bedeviyi iter ve devesini çalıp kaçar. Soyulduğunu, aldatıldığını anlayan bedevi şöyle seslenir:
“Bunu sakın kimseye anlatma.”
***
Şimdi meseleye gelelim. Kanserle uzun zaman mücadele eden Neslican Tay, geçtiğimiz günlerde vefat etti. Allah rahmet etsin, mekanı cennet olsun. Tüm kanser hastalarına moral vermişti, mücadele cesareti vermişti. Çevresinden birisi kansere yakalanan herkes bilir ki kanseri yenmek için önce umut, moral ve cesaret gerekir.
Neslican’ın ardından büyük bir hüzün oluştu. Gencecik bir kadının hayatta kalmak için verdiği mücadele hepimizi etkilemişti fakat her zaman olduğu gibi bu olayda da çirkin sesler çıkaranlar vardı. İki vicdansız hesap her yerde paylaşıldı. Birisi kanserle dalga geçmeye çalışıyordu, diğeri ise rahmetli Neslican’ın giyimine takılmıştı ve böyle giyinen birinin cennete gitmesi zor diyordu. Bu iki tweeti sosyal medya kullanıcılarının tümüne yakını gördü, çünkü birileri bu paylaşımları alıntılayarak paylaşım sahiplerine hakaret ediyordu.
O paylaşımları görünce şu tarz şeyler düşündük: “Ne kadar vicdansız insan var, bir ölümün ardından neler konuşuyorlar. Bu kadar kötülükle nasıl yaşayacağız, ne kadar kirlendi insanlık. İnsanlar çok aşağılık. Bu ülkede yaşanmaz. Bu dünyada yaşanmaz. Bu çağdan tiksiniyorum. Nefret ediyorum bunlardan.”
Oysa bu terbiyesizliği yapan iki hesap vardı sadece, çok zorlarsak en fazla da 10 hesap çıkardı. Fakat o iki hesap üzerinden nefret kusan ve içimizde nefret büyüten paylaşımları yapan yüzlerce hesap vardı. O çirkin paylaşımları duyurduk, yaydıkça yaydık ve iyiliğe olan inancı bir kez daha kırdık. İnsanlar Neslican’ın vefatını düşündüğünde akla gelen ilk şey onun güzel mücadelesi veya milyonlarca insanın içten üzüntüsü değil de o çirkin paylaşımlar olacak uzun bir süre.
Evet, bedevi de işte tam bu yüzden bunu kimseye anlatma demişti. Kötülüğü yaymamak esas olmalıdır, toplumsal güven ve bağ korunmalıdır. İçimizdeki öfkeyi dökmekten başka ne işe yaradı o tepki paylaşımlarımız? O iki hesabın o paylaşımlar yüzünden yargılandığını varsayalım. Milyonlarca kişinin o paylaşımları görüp iyiliğe inancının sarsılması, o iki kişinin alabileceği cezadan çok daha fazla bir kayıptır. Çünkü teşhir, linç ve hakaretle ahlaksızlık bitmez, sadece büyür.
İnsanlar olumsuz haberlere daha çok ilgi duyarlar. Bunun en büyük sebebi de iyi olduğuna inanma arzusudur. Diğer kötülükler vicdanımızı rahatlatır, kendi hatalarımıza bir meşruiyet zemini buluruz o haberlerden. Ahlaksızca olduğunu düşündüğümüz bu tarz paylaşımlara hemen etkileşim kazandırmamız belki de bu yüzden.
Bir de bu çirkin paylaşımlardan politik argüman çıkarma çabası var. İsimsiz bir hesaptan yapılan ve Neslican’ın cennete giremeyeceğini söyleyen paylaşım üzerinden İslamcılık eleştirisi yapmaya çalışan hukukçular bile oldu. Evet işte tam da o hikaye, karşı köyün delisi hikayesi.
Hesap, kim olduğu belli olmayan bir ahlaksıza aitti. Bir kesimi temsil etmesi mümkün değildi. Köyün imamı veya muhtarı değildi, delisiydi. O köyde o kadar kişi Neslican’ın ardından güzel mesajlar paylaşırken bir delinin dediğine bakıp karşı köyü karalamak ya cahillik ya da kötü niyettir. Fakat en nihayetinde bu cahilliğin veya kötü niyetin sahibi de kendi köyünün delisiydi, biz o deliye bakıp hukukçular köyünü karalamaya kalkmayalım.
Peki öğretmenler veya muhtarlar ne yapıyordu? Mesela Ekrem İmamoğlu bir muhtar örneğidir. Sosyal medya hesaplarından taziye ziyaretini paylaşırken ailenin acılı halinden görseller paylaştı. Bunun bir hata olduğunu hepimiz biliyoruz. Peki muhtara bakıp bir köyü yargılayabilir miyiz? Eğer köylü alkışlıyorsa evet. Burada ise köylü alkışlamıyordu. İmamoğlu’nun o paylaşımı yeterli tepkiyi aldı. Bu çok güzel bir tepkiydi, paylaşımın silinmesine ve özür dilenmesine yetmedi ama belki yeni paylaşımların önünü kapatabilir.
Mesela Prof. Dr. Nevzat Tarhan da bir öğretmen örneğidir. O da sosyal medya hesabından paylaşım yaparak “Neslican’ın sekülerizme kapılmayıp ölümle yüzleşebilmesi halinde, hastalığı düşman gibi görmeyeceğini düşündüğünü” söyledi . Eşini kanserden kaybeden Tarhan’ın hatası ise bu paylaşımı zamansız yapmasıydı. Karşıdan karşıya geçerken ölen birinin taziyesinde “önce sola baksaydı böyle olmazdı” derseniz muhtemelen sizi döverler. Üzerinden çok zaman geçtikten sonra karşıya geçerken önce sola bakmakla ilgili iddianızı anlatırken bir örnek olarak kullanırsanız kimse bir şey demez. Sekülerizmin ölüm algısı elbette Tarhan’ın alanıdır, söyledikleri tartışılabilir ama cenaze günü değil. Nevzat Tarhan, rahmetli eşinin kanser sürecinde bu olaya alıştığı için bunu düşünememiş muhtemelen. Onun söylediği üzerinden de bir köyü suçlayamayız çünkü tıpkı İmamoğlu örneğinde olduğu gibi o da bu paylaşımlar yüzünden tepki aldı. Tarhan daha sonra söylediğini açıklamaya da çalıştı ve “zamanlamam tartışılabilir” ifadesini de kullandı.
Peki önce kötülüğü yaymayalım diyoruz sonra da paylaşımların tepki almasını iyi buluyoruz öyle mi? Hayır, şöyle:
Kötülüğün, nefretin paylaşımlarını yaymayalım diyoruz, hatalı paylaşımlara da saygın eleştiriler getirelim diyoruz.
Peki bu magazin köşesi mi ki kimin ne dediğini tartışıyoruz? Bize ne insanların açıklamalarından?
Burası kültür sanat köşesi aslında. Düğün ve cenaze törenleri de bir toplumun kültürünün en büyük göstergesidir. Bu yüzden bir cenaze sürecini konuşuyoruz. Aslında isim vermeyi hiç istemeyiz fakat isim vermeden de anlatamıyoruz. Konumuz isimler değil, fiiller. Bir vefatın ardından bunca saçmalık görüyorsak unuttuğumuz hikayeler var demektir. Bu yüzden iki hikaye okumaya çalışıyoruz.
Allah hikayemizi hikayesiz bırakmasın.