Bazılarımız ne yazık ki hâlâ dışarıda olmak zorunda olsa da çoğumuz evdeyiz. Bu bir süre daha böyle gidecek gibi duruyor.
Peki süreç bittiğinde evden nasıl çıkacağız? Bir klişe yakışıyor tam buraya:
“Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!”
Evde kaldıkça hayatımızın akışı değişiyor. Daha sanal, daha yalnız, daha bireysel, daha temassız hayatlar yaşıyoruz. Bu hayatın sıradanlaşması bize büyük zararlar verebilir.
Doğal hayat akışını dipdiri bir hasretle beklemeliyiz.
Alışmaya hayır!
Sanal gelişim bize birçok anlamda kolaylık sağlasa da yüz yüze bakmanın sıcaklığını veremiyor. Bazı güzellikler için bazı zorluklara katlanmak lazım. Evden görüşmek, bir dostla sevdiğimiz bir yerde oturup güzel bir şey içmenin yerini tutmaya başladıysa büyük kaybediyoruz demektir. Fethi Gemuhluoğlu, “Dost, göze sezdirmeden gözyaşı silendir.” demişti, yüksek ekran çözünürlükleri buna müsaade eder mi? Dostun yükünü gösterir mi, neşesini büyütür mü, gözyaşını sildirir mi?
“Elbette sildirmez ama şimdilik idare ediyoruz işte.” diyorsak güzel bir yerde duruyor olabiliriz. Oradan ayrılmayalım.
“Bırakın romantizmi kardeşim; sesini duyuyorum, yüzünü görüyorum, yetiyor işte.” diyorsak yanlış bir yola doğru yürüyoruz demektir, hemen eve dönelim.
Sadece temasın azalması da değil elbette, belki de daha büyük dönüşüm “seyircilik” üzerinden oluyor. Netflix, Youtube gibi platformlar hiç görmedikleri bir yoğunlukla karşı karşıyalar. Daha çok izlemek ilk bakışta güzel bir şeymiş gibi dursa da hızla seyirciye dönüşme tehlikesini gözden kaçırmamalıyız. Evden bir “Seyirci” olarak çıkmayalım. Bu mesele hakkında daha önce uzunca konuşmuştuk fakat seyirciliğin büyümesi tehlikesinin artması karşısında tekrar etmek mecburiyeti hissediyorum:
( https://www.karar.com/seyretmek-edilgenletirir-1511812 )
Evde olmanın bir diğer sorunu ise yalnız hissetmek. Birçoğumuz ailelerimizle birlikteyiz fakat yalnız hissediyoruz. Zihnimiz eskiyle kıyas yaptığı için bu çok doğal fakat aile iletişimlerimize de bir daha bakmak lazım. Türkiye’de sessizce ilerleyen bir sorunumuz var:
Sessiz Babalar!
Allah’a en çok babam için şükretmişimdir herhalde. Ne kadar iyi bir baba olduğunu diğer arkadaşlarımla konuştukça fark ettim. Birçok arkadaşımdan aynı derdi duyuyordum:
“Babam bizimle konuşmuyor.”
Bu derdi duydukça başka arkadaşlara da sordum, kendi içimde bir araştırma, bir anket yapıyordum. Bunun ne kadar büyük bir sorun olduğu tahminimin çok daha ötesindeydi.
Nasıl ailelerde daha çok olduğu, neden olduğu gibi başlıkları uzun uzun konuşabiliriz fakat şu an öyle bir aşamada değiliz. Babaları acilen konuşturmak zorundayız. Bunu nasıl yaparız bilmiyorum ama yapmamız gerektiğine eminim.
Karantina günlerinde hatrını sormak için aradığımız babalara çocuklarının durumunu sormak, konuyu onlara getirmek belki iyi bir taktik olabilir.
Aileler de kendi içinde bir sınavdan geçiyor. Eşler bile ilk kez bu kadar uzun süre birlikte kalıyor ve bu dönemde iyi iletişim hayati önem taşıyor. Türkiye’de şöyle veya böyle ailenin reisi babadır, onlar susmaya devam ederse bu iletişim güçlenmez ve aileler büyük zarar görür, Allah korusun.
Daha büyük tehlike ise evdeyken aile içi şiddetin büyümesi. Bu tehlikeye karşı devletin büyük adımlar atmasını sabırsızlıkla bekliyoruz. Şiddet, çok fazla sabredebileceğimiz bir şey değil.
Keşke Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı düzgün bir şekilde çalışmaya devam etseydi de bu dönem için en başından beri aileleri düşünen bir devlet kurumumuz olsaydı. Süreç bittiğinde bu bakanlığı Çalışma Bakanlığı’ndan ayırarak aile üzerine çalışabilen düzgün bir kurum haline getirebilirsek, oluşacak yaraları çok daha hızlı sarabiliriz.
İnşallah bu zor günleri mümkün olan en az yarayla atlatabiliriz.