Her hafta yazıma başlamadan önce bu haftanın gündemi, gençliğin ve kültürün derdi nedir diye sorar bu köşenin doğru başlığını yakalamaya çalışırım. Bu hafta bize yutturulan gündemler içinde Ayasofya, erken seçim gibi başlıklar var. Peki esas gündem ne?
Bana göre bizim mecburi olarak birinci gündemimiz Hatay Ziraat Odaları İl Koordinasyon Kurulu’nun kararıdır. Medyaya yansıyan kararın bir kısmı şöyle:
"28.05.2020 tarihinden itibaren bölgemizde çalıştırılacak tarım işçilerimize yaş ve cinsiyet ayrımı yapmaksızın amele 52 TL aracı/elçilere 4 TL ödenmesine, toplam 56 TL. İşçiye ayrıca yemek parası verilmemesine, pamuk çapalama işlerinde 14 yaşından küçük olmamaları ve çalışamayacak kadar yaşlı ve hastaların çalıştırılmamasına, tarım işçilerinin örf ve âdete uygun olarak saat 06.30'da işe başlamaları ve akşam 16.30’da işi bırakmaları, çalışma süresi içerisinde 09.00-09.30 arası 30 dakika dinlenme molası,13.00-14.00 arası bir saat yemek molası vermesi ve dinlenme molası istirahat saatlerinin değiştirilmemesi ve istirahat saatlerinde kesinlikle çalışma yapılmaması. 16.30’dan önce iş bırakılırsa, saat başına 7 TL düşülecektir."
10 saatlik çalışma ücreti 52 lira. Bir saat çalışma ücreti 5.2 lira. Bir saatlik çalışma ücreti 72 cent. Bakın 1 dolar bile değil. Sadece 72 cent.
Evet, şimdi ne konuşalım? Çok isterdim köşemde bu hafta da yeni çıkan bir kitaptan bahsedebilmeyi. Kusura bakmayın, sözümü kestiler. Yeni bir kitap çıksa ne olacak; işçiler ve çocukları okuyamadıktan sonra.
Ülkemizde küçülme yok, büyüme var. Özellikle iki şey her yerde aynı anda ve hızla büyüyor: Açlık ve şatafat. Aynı yerde ama aynı anda değil bu büyüme.
Bir yanda işsizlik, yoksulluk, gariplik büyüyor. Öyle gizli gizli değil; apaçık ve korkunç bir şekilde oluyor bu. Diğer yanda ise lüks ve gösteriş büyüyor. O da gizli gizli değil, utanmadan büyüyor. Fakirse başarısızdır diyor biri, öteki milyarlık takım elbisesini giyip katıldığı televizyon programında ekonominin ne kadar iyi olduğunu anlattıktan sonra cipine binerek evine gidiyor.
Hiç değişmiyor, bize hep aynı şeyi söylüyorlar:
“Sakin ol champ…”
Bunca açın, evsizin, işsizin içinde sakin kalmak için biraz yüzsüz olmak gerekir. Adalet varsa sükunet vardır, bu adaletsizlik içinde sakin olmayacağım. Asla.
İstanbul Büyükşehir Belediye binasını pergelin orta noktasına koyalım ve etrafında sadece bir kilometrelik bir daire çizelim. Onlarca, belki yüzlerce evsizle karşılaşırız. Yıllardır çözemedik bunu. Bu utancı üzerimizden ne zaman atacağız?
Biraz şehrin dışına doğru bakalım, fabrika bölgelerine gidelim. İşçilerin buzdolabındaki bir raf dolu mu? Pollyannacılığa gerek yok, boş olduğunu hepimiz biliyoruz.
Peki ne olacak?
Kitlesel ve organize çözümü ekonomistler, siyasetçiler konuşsun. Fakat konuşsun. Lafı evirip çevirip sloganlara getirmeden bunca evsizin, işsizin ve açın hali ne olacak, bunu konuşsun. Siyasetçiler bundan başka her şeyi konuşuyorlar bugünlerde. Biz bunu gündemde tutmak, çözüm için her alanda mücadele etmek zorundayız.
Kitlesel ve organize çözümü onlardan beklerken tutabildiğimizi kaldırmak, gözümüzü ve elimizi açmak zorundayız. Artık bu iletişim çağında hepimizin aç komşuları var, onları doyurmak görevimiz. Suçu burjuvaya atıp sıyrılmak yok. Paylaşmak için 2 ekmeğimiz olmasını beklemeyeceğiz, bir varsa da yarım yarım yeriz. Bölüştüğü için karnı doymayan yoktur, açlığın doğasına aykırıdır bu.
İnsan tek başına aç kalmaz, açlık toplumsaldır.