Türkiye adresimiz, kaderimiz ve kederimizdir. Bizimdir; güzeldir, çiçeklidir, sevimlidir, delidir. Bir de yorar. Çok yorar.
Her şey politiktir, bir derecede. İyinin, güzelin ne olduğuna dair tanımlarımız temel düşünce pratiğimizle doğrudan ilişkili olduğu için müzik zevki de spor ilgisi de -fark etsek de etmesek de- politiktir. Bu doğal akış bugün rayından çıkmış durumda; bir derece olan politik ilişki yerine tamamen politize olmuş alanlar var. Sivil bir alanımız kalmadı. Politika, hayatın her alanını korkunç biçimde sardı.
Zor dönemlerde bu hep böyle olur. Seksenleri seksenler yapan birçok şey sayılabilir fakat temel mesele sivil alanın ortadan kalkmasıdır. Bugün hortlayan bu seksenler anlayışı, bir kuşağı daha “seksenler genci” gibi yok olmaya itiyor ve bugünün gençleri buna inatla direniyor.
Akademinin, bürokrasinin ve hatta özel sektörün dibine kadar politize olması gençlerin en büyük sorunu olan işsizlik ve umutsuzluğu hızla büyütüyor. Torpilin her alana yayılması ahlaki bir sorun olarak gitgide büyüyor ve meşruluk kazanıyor.
Üniversite sınavında sorulan sanatçıdan film izleme platformlarına, reklam verilebilir dergilerden televizyona çıkabilir kültür insanlarına kadar kültür sanat hayatı korkunç düzeyde politize olmuş durumda. Bu kutuplaşmanın ötesinde bir durum. İktidarı eleştirmeyi geçtim, açıktan desteklemeyen sanatçılar bile görmezden geliniyor, alanları kapatılıyor ve sansürleniyor.
Geçtiğimiz günlerde İstanbul Caz Festivali’nde büyük başarılara imza atan Büşra Kayıkçı, anlamsız tepkiler aldı. Genç bir yetenek, sanatını müthiş bir şekilde icra ediyor fakat kitlesel alkışları hak ederken anlamsız eleştirilerin odağına yerleştiriliyor.
Futbol seyircisi ciddi oranda azalıyor. Bakanların ve başka etkili isimlerin futbol üzerindeki etkisi rekabetin tadını kaçırıyor. Sporcuların mücadele ettiği, seyircilerin eğlendiği bir şey gibi değil artık futbol; ne olduğunu tam anlayamadığımız başka bir şey. Wushu’dan başlayarak daha birçok sporda durumun aynı olduğunu söylemek mümkün.
Biz caz yapmak istiyoruz. Politize olmuş alanların dışına çıkabileceğimiz, kafamızı bir an olsun rahatlatabileceğimiz, güzel şeylerden bahsedebileceğimiz alanlar arıyoruz. Güzel bir şey olsun istiyoruz, başka gündemler arıyoruz. Ortak değerler, küçük iyilikler arıyoruz.
Bir çiçeği koklamak istiyoruz sadece aslında. Türkiye buna izin vermiyor; zihnimizde bin soru, kalbimizde bir yara olarak durup gözümüzü kör ediyor.
Bir sabah dizi izlediğimiz platformun kapatılacağı haberiyle uyanıyoruz, bir sabah bir üniversitenin. Bir sabah gencecik bir kadının yükü biniyor omzumuza, bir sabah karnı aç çocuğun. Bunca yük içinde belimizi doğrultup başka şeylere, başka pencerelere bakmıyoruz. Büşra Kayıkçı gibi çok zorlayıp bakmayı becersek de diğerleri o pencereden bakmayı ve bizi de o çirkin çerçeveye hapsetmeyi başarıyor. Kimsenin bireysel olarak kurtulabileceği bir mesele değil bu, bir iklim meselesi.
Keşke bir sabah uyansak ve bu diziler şu açıdan uygun değil diye tartışmaya başlasak; sonra bir yere varsak. Tepeden gelen bir kararı sessizce düşünen gençlerin gündemi olmasa mesele; bu işi bilenler özgürce tartışsa, bu işle ilgilenenler rahatça dinlese.
O sırada birileri caz yapsa, birileri de çiçekleri sulasa…
Bu mümkün.
Her şeyin dibine kadar politize edildiği bir ortamda değil, her şeyin bir derecede politik olduğu zamanda mümkün.
Seksenlerde her şeyi politize ederek bu ülkeyi kaybedenlerin ve onların kaybettiği diğer kuşakların el ele verip bize zulmetmesini önlediğimizde mümkün.
Tüm yorgunluğa rağmen evimizi toplamaya ve çorbamızı burada kaynatmaya devam edeceğiz. O da ancak inatla, ısrarla, sabırla olacak.
Biz de daha çok caz yapacağız, yapacak başka bir şey yok.
*caz yapmak: aykırı düşünceler ortaya atmak (TDK. Deyimin bu yazıda kullanılan ikinci anlamı)