Geçtiğimiz yıl Serçe Edebiyat Dergisi’nden birkaç arkadaşla birlikte liselerde söyleşiye gidiyorduk. Davet eden okullarda hayat ve sanat odağında konuşmalar yapıyor, bu konulardaki ilgiyi artırmaya çalışıyorduk.
Kız anadolu imam hatip liselerinin birinde bir öğrenci, şiirle ne zaman ilgilenmeye başladığımı sordu. Tam da onun yaşındayken aşık olduğumu ve bunun üzerine şiirle ilgilenmeye başladığımı söyleyince salonda gülüşmeler başladı. Ayıp bir şey söyleniyor gibiydi, konuşurken gözlerine baktığım öğrenciler gözlerini kaçırdı o an.
Aşkın nasıl algılandığını görmek için üzücü bir örnekti. Başka okullarda da oluyordu benzeri.
Bir başka okulda aynı soruya verdiğim cevapta aşık olmanın insana ne kadar iyi geldiğinden bahsettim ve ekledim: Mümkünse siz de aşık olun.
Yine gülüşmeler başladı, şaşkınlardı. Bir hoca bu gülüşmelerin ardından bana şerh düşmek istedi ve “Hocamız Allah aşkından bahsediyor.” gibi şeyler söyledi. Hemen itiraz ettim:
Aşk bir bütündür, parçalanamaz!
Türkiye’de, özellikle muhafazakar çevrelerde, aşk korkunç bir şekilde baskılanıyor. Elbette böyle şeylerden ulu orta bahsedilmez, çok dillendirilmez. Aşık oldum diye bağırılmaz, içte kalmalıdır bu biraz. Ama biraz.
Bir toplumun aşkı nasıl algıladığı o toplum hakkında çok büyük bir veri sunar bize aynı zamanda. Mevcut veriler oldukça çelişik duruyor.
İslâm, insanın bir fıtrat üzerine yaratıldığını söylüyor. Ergenliğe girdikten sonra aşık olmanın fıtrattan gelen doğal bir şey olduğunu bu yaşlardan geçen herkes biliyor. Öyleyse bazıları neden bilmiyor gibi yapıyor?
Çünkü gençlerin harama bulaşmasından feci derecede korkuluyor. Aşk karşısında devamlı sessiz kaldığımız için gençlerin aşkı başka geleneklerden öğrendiğinin farkında değiliz pek. Aşık olan bir gencin helâl çerçevede davranamayacağını sanıyoruz, o yüzden aşık olmasın istiyoruz. Ama oluyor. Çünkü Allah böyle yarattı, fıtratla savaşmanın anlamı yok.
Aşk insanı korur. Pragmatik, materyalist ve rasyonel olmaktan korur en başta. İnsanın bir hesap makinesi olmadığının en büyük ispatıdır o. Ruhu ve kalbi olmanın farkına vardırır, beynin esaretinden korur. Önce biraz leyla olunur, sonra yol bulunur.
Aşk insanı büyütür. Olmayacak dualara amin dedirtir. Hüznü, neşeyi yeniden tanımlatır. Sessizleştirir, konuşturur; ağlatır, güldürür. Yaşam, aşkla başlar. Bu dünya küçücüktür, onu aşk büyütür.
Aşk insanı inceltir. Çiçekleri fark ettirir, güzel sokaklardan geçirir. Kaşığı tutması bile değişir insanın aşık olunca. Sanatı bilir, bir resme uzun uzun bakabilir. Bir şehri sevebilir, bir caddeye küsebilir.
Aşk insanı geliştirir. Bir kediyi sevmenin, bir çocuğa bakmanın, düşene el uzatmanın kitabıdır o. Yeni bir şeyler söylemek ister insan aşık olunca. Bir fotoğraf çekmek ister, bir şarkı söylemek. Bir şiir yazar, bir bakış atar; hiç belli olmaz.
İnsanın ömrünün bir yerinde leylalaşması gerekir. Ayakları yere basmıyor diye korkmaya gerek yok. Büyüdükçe sürünecek zaten, bırakalım da bari gençliğinde uçsun.
Hayat insana romantik olma imkanı vermiyor ama bazı gerçekler için de acil çıkış kapısı gerekiyor. Yoksa nasıl yaşanır bir ömür?
Aşkın sanat söyleşilerinde, gazetelerin kültür köşelerinde, dergilerin orta sayfalarında tartışmaya açılması gerekiyor. Aşkı iki insan arasında bir yere hapsediyor ve böylece aşkın açtığı kapılardan geçemiyoruz.
Aşk karın doyurmaz gibi geliyor bazılarına. “Aşık olmayan adam açlığı görmez” diyorum ben buna. Çünkü açlık toplumsaldır bir bakıma, aşk da.