Zamanı ölçmek, saymak, bölmek ne zor iş. Masalarda, duvarlarda, ekranlarda çeşit çeşit bunca takvim. Cepte, duvarda, meydanda bunca saat. Hepsi ne için?
Bazen yan yana duran iki kişi, başka mevsimleri bölüşür. İnsan bir gün kendi miladını bulur. Herkesin takviminde başka bir isim durur.
“Sen gittin, tarih bitti, milat neyi açıklayabilir?” demişti Mevlana İdris. Koca bir takvim aniden biter bazen.
Bütün bunlar olmasa da biliriz ki zaman izafidir. Onu tam olarak bilmek mümkün değildir.
Yine de otomatik saat ve resmi tarih bize vakti bildirir. Resmi tarihin kurgu olduğu bu açıdan bakınca da görülebilir.
Zaman, insana feci halde benzer. Tam olarak anlamanın mümkün olmaması, her an değişmesi ve herkeste başka bir anlam bulmasından bile daha büyük bir benzerliği vardır:
Zaman, feci halde kırılır.
Bir benzerlik daha:
Kırıldıktan sonra asla eskisi gibi olamaz.
İnsanın kişisel tarihindeki kırılmaların bir çoğu kaotik günlerin kırıcı sonuçlarıdır. İnsanlık tarihindeki kırılmaların çoğu da kaotik günlerin kırıcı sonuçlarıdır.
Dünyanın her yerinde vicdan sahibi insanlar son günlerde büyük bir kırgınlık içinde. Bunca yıllık medeniyetin sonucunda apaçık bir zulmün göz göre göre devam etmesinin kırgınlığını paylaşıyoruz birlikte. Saatimiz Gazze’ye ayarlı. Adil, Barış, Nehir, Deniz, Özgür gibi isimleri görebilmek için hızlı hızlı yırtıyoruz duvardaki takvimleri. Umut, Zafer, Hasret gibi isimlerin yazdığı yaprakları özenle katlayarak yapıyoruz bunu. Her gün daha kalabalık oluyoruz.
Nazım’ın şu dizelerini hissederek yapıyoruz:
“Çin’den İspanya’ya, Ümit Burnu’ndan Alaska’ya kadar
her mili bahride, her kilometrede dostum ve düşmanım var.
Dostlar ki bir kerre bile selamlaşmadık
aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz.
Ve düşmanlar ki kanıma susamışlar
kanlarına susamışım.
Benim kuvvetim:
bu büyük dünyada yalnız olmamaklığımdır.”
222 gündür gözümüzün önünde süren soykırımda ölü ve yaralı sayısına bakmaya utanıyoruz. Ama artık takvimleri yırtarken yeni bir milada kavuştuğumuzu da çok iyi biliyoruz.
Rüzgar bizden yana esiyor şimdi. Bahar yağmuru marşımıza eşlik ediyor. Zulmün başına indirmek için kaldırdığımız yumruk her geçen gün daha yükseğe varıyor.
Amerika’da ve Avrupa’da başlayan öğrenci hareketleri bunun en büyük göstergesi. Batı’da milyonlarca kişi; siyonist lobilerin, işbirlikçi sermayenin ve elikanlı iktidarların karşısına dikiliyor. Meydanları, kampüsleri, salonları dolduran gençler dünyaya yeni bir şey söylüyor.
Türkiye’de bazıları hala eski ezberlerle “Batı’nın iki yüzlülüğü”nden dem vurup gözyaşı dökerek bu konuyu romantize etmeye ve insanları çaresizliğe sürüklemeye itse de Batı bunları çoktan aştı. Filistin direnişinin çağrılarına karşılık veren aktivistler ve sivil vatandaşlar, İsrail’in milyarlarca dolar harcayarak kurtarmaya çalıştığı itibarını yerle bir ediyor.
Tarihi ve amacı düşünüldüğünde Batı’nın en büyük “şov”larından biri olan Eurovizyon şarkı yarışmasında İsrail’e verilen her bir puanın yuhalanması görmezden gelinecek bir detay değil. Batı’nın bütün meydanlarında milyonların Filistin için toplanması da tarihin akışı içinde küçük bir ses değil. Besbelli ki çanlar İsrail için çalıyor.
Batı’nın düşünme biçiminin ve hayat tarzının büyük ölçüde egemen olduğu modern dünya, iddia edildiği gibi adil ve mutlu bir yer olmadı. En nihayetinde yoksulluğun, haksızlığın ve zulmün egemen olduğu bir dünya oldu.
Doğu, otoriterlik dışında bir çözüm sunamadı. Uzak Asya’da, Ortadoğu’da, Afrika’da, Güney Amerika’da yeni düşüncelerin filizlenmesi ise mümkün değildi.
Bu denklemde adil bir dünya için atılacak adımın yine Batı’dan gelmesi bir zorunluluktu. Güneşin doğabileceği tek yer Batıydı. Filistin direnişi, Batı’nın silkelenmesine ve ezberlerini gözden geçirmesine de yol açtı.
Avrupa ülkelerindeki sol hareketler, sermaye-devlet ilişkilerinin halkı nasıl sömürdüğünü Filistin örneği üzerinden anlatarak milyonlarca insanı örgütlemeyi başardı. Bu insanlar, zulmün Refah sınır kapısının ötesinde de sürdüğünü biliyor. Kadın haklarından çevre problemlerine, göçmenlikten işsizliğe kadar pek çok konuda kapitalizmin insanlığı uçuruma götürdüğünü haykırıyor. Her geçen gün büyüyen bu ses, toplumsal algıları ve normları değiştirirken mecburen siyaseti de etkiliyor. Gazze, insanlık için bir milat oluyor.
Eğer bu özgür ve özgün ses, siyonist lobileri ve sermayeyi yenmeyi başarırsa yalnızca Gazze’de değil, bütün dünyada sömürünün ve işgalin bitmesi için çok büyük bir zafer kazanacağız.
Filistin direnişi hem kendini hem bizi kurtarıyor. Ona omuz vermek, yeni bir dünyayı göğe yükseltmektir. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak demektir. Dünya değişirken doğru kapıdan geçmektir. Niyetimizdir, muradımızdır, umudumuzdur, borcumuzdur.
Mevlana İdris’le başladık, onunla bitirelim:
“Kuşlar gibi bakarken
Kuşlar gibi vurulan çocuklarla
Çok yenildik, yetmez mi
Bir mermiyle değişirken dünyamız
Kulağımızda uluslararası bir kınama
Büyük yokluk yurdunun uğuldayan sorusuyla giriyoruz toprağaDünya değişti ama kapı nereye açılacak
Biteni biliyoruz şimdi ne başlayacak”