Hepimizin bir yerinde acı var. Hayat, herkesi farklı bir yerden vuruyor. Acıyor, çünkü acıması gerekiyor. Akış böyle, film böyle ilerliyor. İster sevelim, ister küselim.
Mevlana İdris, Ellerimizin Büyük Boşluğu şiirinde şöyle anlatmıştı bunu:
“Bir çocuk oyuncağını alamamış
Bir kız sevdiğini saramamış
Bir anne yıllardır kolları açık bekliyor oğlunu
Bir adam paramparça bir çift göz için
Birisi ekmek götürememiş evine
Birisi aşk
Birimiz dünyayı kurtaracak
Birimiz yarını
Birimizin aklı tutuşmuş yanıyor
Birimiz bomboş kalbine bakıp birini anıyor
Birimiz ayrılığın ilk günü gibi her akşam kanıyor
Birimiz kıyametin koptuğuna inanıyor
Birimiz çekip gitmiş yeryüzünden ellerini hâlâ açık sanıyor”
Bu işler böyle ve bu işleri biraz kısık sesle konuşmak lazım. Ara sokaklarda, az ışıklarda, alt katlarda. Çünkü acının tabibi az, talibi çoktur. Onu çok açık göstermemek gerekir. Ayağa düşer sonra; ticarileşir, pazarlanır ve şova dönüşür.
Neşeyi zaten kaybettik, bari acı bizde kalsın.
Neşe ve acı. Bunlar kimlik için esastır, nerede duruyoruz diye sorduğumuz anda adres tarifidir. Ney neşelendiriyor ve ney acıtıyor bizi? Bunların ne kadarı piyasada, buna bir bakalım. Mutluluğun kapitalizm elinde kutsallaştırılarak yapay bir hayat amacı haline dönüştürüldüğünü zaten çok konuştuk. Neşemizin sunileştirildiğini ve yarıştırıldığını hepimiz biliyoruz. O yüzden şimdi bu kısmı değil, diğer kısmı konuşuyoruz. Zor kısmı, acıyı.
Acıyı da piyasa önünde kaybetmemek için yapacağımız ilk şey onu kutsallaştırmamak olmalı. Acı işte. Herkeste olduğu gibi acı.
Bunu pazarlayanları tanımak olmalı ikinci işimiz. Bu en kolay kısmı. Göstere göstere ağlayan ve acıdan coşkuyla ve sloganla bahsedenler bu işin tüccarlarıdır. Mesela Trabzon’da, şehidimizin annesine, şehidimizin balmumu heykelini verenler acıyla oynayanlardır. ( https://www.karar.com/sehit-annesine-oglunun-balmumu-heykelini-hediye-ettiler-1548737 ) Onore etmek için heykel dikmekle, gerçekçi balmumu heykelini “hediye etmek” arasındaki farkı bilseler keşke. Anıyı yaşatmakla, acıyı katmerleştirmek arasındaki ayrımı yapabilseler.
Şehit cenazelerinde protokol peşinde koşan, tabut başında sloganlar atanlar da aynı kişilerdir hep. Televizyon ekranlarında “bakalım kaybettiği yakını gelecek mi?” diye kapıları açıp kapatanlar da onlardır. Acının tam ortasında olduğu her halinden belli olan kişiye “Ne hissediyorsunuz?” diyen muhabirler, biraz hüzünlü bir hikaye duyunca stüdyo ışıklarını kısıp duygusal müzikler veren yönetmenler de.
Yazıda da var tabii bunun karşılığı. Sadece acıdan bahseden ve devamlı hüngür hüngür ağlayan metinler yazarken, kazanacağı parayı hesaplayanlarla dolu ortalık. Sanatı veya samimiyeti yok, sadece ticareti var.
Manav veya baharatçı olmayan biri sürekli acı satıyorsa onu hemen mühürlemek gerekir. Bu kadar.