Yusuf’u annesine kavuşturun…
Yine ölümün pençesinde bir çocuk. Yusuf Kerim Sayın, altı yaşında, sadece ve sadece altı yaşında, küçücük, minnacık. Minik Yusuf, kanser türünün en tehlikelisi olan Ewing Sarkom’a yakalandı ve hastalık tanısının konulduğu gün devlet annesini almış ve demir parmaklıkların ardına koymuş.
Ewing Sarkom çocuklarda görülen kemik ve yumuşak dokularda gelişen kanser türü. Bu kansere yakalananların hayatta kalma, sağ kalma oranı yüzde 20’in altında.
Yusuf Kerim’in hikayesini HDP Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu duyurdu. Aynı zamanda doktor olan Gergerlioğlu “Anne çıkana kadar çocuk hayatını kaybedebilir, çok kısa bir süre içinde hayatını yitirebilir. En azından altı aylık bir infaz erteleme verilse belki anne çok sıkıntılı döneminde yanında olacak. Yetkililer de bizi duysun, bu olacak bir iş değil. Hiç mi insanlık kalmadı” diyor.
Gerçekten olacak bir iş değil. Gerçekten hiç mi insanlık kalmadı!
Devlet, minik Yusuf’a kanserin en ölümcül türüne yakalandığı tanısının konulduğu annesini almış Yusuf’tan ve cezaevine göndermiş! Minnacık Yusuf’un gözünün yaşına hiç bakmamış!
Neden? Çünkü Yusuf’un annesi suçlu!
Peki suçu ne? Ölmekte olan minnacık bir çocuğun annesinin suçunun ne olduğunun bir önemi var mı?
Hangi suç ölümün pençesindeki minnacık bir çocuğu annesinden kopartacak kadar büyük, tehlikeli olabilir?
Soruyorum hangi suç!
Peki hangi kanun ölümün pençesindeki bir çocuğu annesiz bırakacak kadar acımasızdır, ruhsuzdur, katıdır.
***
Söyleyeyim. Söz konusu altı yaşında ölümün pençesine düşmüş bir çocuksa, akan sular durur, dağ, taş durur. O çocuk “annemi istiyorum” dediğinde bütün dünya durur, hayat durur. Kainat saygıyla o çocuğun önünde eğilir. O çocuk ne diyorsa o olur. O çocuk annesini istediğinde devlet o çocuğa annesini vermelidir. Hatta büyük devlet odur ki o çocuğa “annemi istiyorum, benim annem nerede” bile dedirtmemelidir.
Devlet böyle olduğunda büyür. Güçlü olur. Altı yaşındaki bir çocuğa gününü gösteren devlet olmaz. Altı yaşındaki ölmek üzere olan bir çocuğa göz yaşı döktüren devletten hayır gelmez. O devlet ayakta duramaz. O ülkeden kimseye hayır gelmez.
O çocuğun gözyaşları sel olur, hortum olur bütün ülkeyi yutar, kimseyi ayakta bırakmaz.
Hangi kanun Yusuf’u annesinden böylesine acımasızca ayıracak kadar ruhsuzdur dedim ya. Kanunlar ruhsuz değildir. Ruhu vardır. Kanunlar insanlara zulmetmemek için vardır. Zulmetmek için değil.
Kuvvetler ayrılığı teorisinin kurucusu Montesquieu “Kanunların Ruhu” isimli şah eserinde sosyolojik bir gözlem olarak kanunların ruhu olduğunu, kanunların üzerinde doğal ve toplumsal güçlerin rol oynadığını, kanun koyucunun kanunları yaparken, ülkelerinin büyüklüğünü, coğrafi konumunu, halkın dinini, eğilimlerini, örflerini, adetlerini baz alarak yaptıklarını, yapmaları gerektiğini yazar. Kanunların gerektiğinde toplumların lehine göre değiştirilmesi, düzenlenmesi gerektiğinin altını çizer.
***
Dün Yusuf’u aradım, birkaç dakika bile sürmedi, süremedi görüşmemiz, ne diyeceğimi bilemedim, gayriihtiyari “nasılsın” dedim, Yusuf “Ben iyi değilim, annemi özledim, annemi getirin bana, annem nerede” deyince bitti görüşmemiz. Annesinin aldığı oyuncağı gösterdi, ona sarılıp yatıyormuş “Bunu bana annem aldı, biliyor musun” dedi.
Yusuf’un fotoğrafına iyi bakın. Çapa Tıp Fakültesi’nde yatıyor. Babası yanında ama onun annesine ihtiyacı var. Sürekli annesini sayıklıyormuş Yusuf. Anne diyormuş başka bir şey demiyormuş.
Altı yaşındaki bir çocuk ne ister ki, annesinden başka!
***
Annenin babanın hikayesi tipik, “FETÖ’cü terörist” hikayesi. Bir hukuk devletinde asla gerçek delil sayılmayacak “şeyler” bizim ülkemizde büyük mahkumiyetlere sebep sayılıyor. O yüzden cezaevleri hukuka göre suçlu olmayan ama devletimizin alınlarına suçlu damgası yapıştırdığı, suçlu saydığı insanlarla dolu.
Yusuf’un babası Süleyman Sayın. 35 yaşında. Batman’lı ortalama gelir düzeyine sahip bir ailenin çocuğu. 34 yaşındaki anne Gülten Sayın’da öyle. Vanlı. Gülten Sayın girdiği üniversite sınavında tekstil bölümünü kazanmış, Süleyman Sayın tarım bölümünü. Okumak için gittikleri şehirde imkanları, güçleri başka olanak sunmamış, Fethullah Gülen cemaatinin yurtlarında kalmışlar.
Süleyman Sayın anlattıkları şöyle:
“Ben de eşim de yurtlarda kaldık, ama bizim yurtlarında kaldığımız dönemde yasaldı. O yurtlarda kalmak suç unsuru değildi. Mezun oldum, bana kaldığım yurtta iş teklif edildi. Benim memleketim Batman, yurdun konforu, çalışma imkanları, sundukları teklif bana çok cazip geldi. Kabul ettim. Maddi imkanları iyiydi. Eşim de ben de Milli Eğitim onaylı bir yurtta çalıştık. Bir suç örgütünün yurdu değildi.
2014 yılının sonlarında evlendik. O sıra kendi memleketimden evlenmek üzere başkalarıyla da görüştüm. Eşimle daha iyi anlaştık, evlilik yürütebileceğimize karar verdik. Eşim evlendikten sonra iş hayatını bıraktı. Çalışmak istemedi. Bir süre sonra da hamile kaldı, oğlumuz Yusuf dünyaya geldi.”
Süleyman Sayın zengin bir aile çocuğu olsaydı, ya da ailesinin imkanları daha iyi yurtlarda kalmasına olanak sağlasaydı, yolu belki de bu yurtlarla hiç kesişmeyecekti. Yoksul bir aile çocuğu olmasa yurttaki çalışma imkanları ona o kadar da cazip gelmeyecekti. Diyelim ki bunların hiçbiri. Milli Eğitim’in onaylı, devletin yasal saydığı bir yurtta kalmak, o yurtta çalışmanın neresi suç!
Devletin yasal saydığı bir bankaya para yatırmış olmak suç olabilir mi? Bir hukuk devletinde asla ama hukuk devleti olmayınca, hukuk tuş olunca suç oluyor.
Süleyman Sayın’a Yusuf’un hastalık sürecini sordum, şöyle anlattı:
“Yusuf çok hareketli, cıvıl cıvıl, heyecanlı, neşeli, iştahı açık bir çocuktu. Yusuf önce yemek yeme konusunda nazlanmaya, geceleri karnında ağrılarla uyanmaya başladı. Vücudunda morluklar oluştu, çok hareketli olduğu için bir yerler vurduğunu, karnındaki ağrının gaz sıkışması olduğunu düşündük başlarda. Ama ağrılar sıklaşmaya başlayınca, karın ağrısı şikayetiyle doktora gittik. Çapa Tıp Fakültesi’ne sevkimiz yapıldı.. Yapılan tetkiklerin sonucunda Yusuf’a Erwing Sarkom teşhisi konuldu. Her şey, iki ay içinde gelişti. Doktorlara Yusuf’un yaşama şansını, bu hastalığı yenme şansını sordum, yüzde 20’in altında olduğunu söylüyorlar. Ben oğlumun yanındayım, kemoterapi görmeye başladı, çok ağır bir tedavi. Annesini istiyor ve bunu ona anlatamıyorum.”
Geçen hafta Yargıtay, FETÖ üyesi olduğu gerekçesiyle 6 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırılan anne Gülten Sayın’a verilen cezayı onamış ve devlet gelip Çapa Tıp Fakültesi’nden Yusuf’un yanından annesini alıp Sakarya Ferizli Cezaevine göndermiş.
Yusuf’un durumu anlatan hastane raporuyla birlikte itiraz dilekçesi verilmiş ancak reddedilmiş. Yusuf’un annesi “FETÖ terör suçlusu” olduğundan infaz yasasından faydalanamıyor. Uyuşturucu kaçakçılığından ceza alsaydı infaz yasasından faydalanabilirdi, ama faydalanamıyor. Suçu ne? Bank Asya’nın yasal olduğu dönemde para yatırmış, FETÖ’nün Milli Eğitim Bakanlığı onaylı yurtlarında çalışmış!
Akıl alır gibi değil.
Sayın Cumhurbaşkanına buradan seslenmek istiyorum, Adalet Bakanına, Aile Bakanına, Sağlık Bakanına… AK Parti'nin içindeki tüm vicdan sahiplerine.
Gidin altı yaşındaki Yusuf’a durumu izah edebiliyorsanız izah edin, yasa deyin, kanun deyin, FETÖ deyin anlatın. Ölümün pençesindeki, yaşama şansı yüzde 20’in altındaki o çocuğun gözlerinin içine bakın ve anlatın.
Anlatamazsınız. Bu durumun izah edilebilir bir yanı yok. Ölümün eşiğindeki o çocuğa hürmet edin, hürmeti hak ediyor. Annesini verin o çocuğa. Kanunlarınızı değiştirin, yasalarınızı değiştirin. Zulmetmeyin ve bu akıl tutulması döneme bir son verin.
“Temelinde sevgi olmayan, ilim, irfan ama daha da önemlisi vicdan ve merhameti olmayan bir devletin fiziki gücü ne kadar fazla olursa olsun, büyük devlet olması mümkün değildir. devlet vicdandır, merhamettir” (25 Aralık 2016 Necip Fazıl Ödülleri Töreni) diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sesleniyorum, ölmek üzere olan Yusuf Kerim’e izin verin annesi yanında olsun. Bir devlet halkını boğmak için yasa yapmaz, halkın huzurunu, güvenliğini sağlamak için kanunlar yapar. Bu akıl tutulması döneme son verin.