Katıldığı İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi’nin düzenlediği “İslam Ekonomisi ve Finansı” başlıklı konferansında küresel iktisat sistemini sert sözlerle eleştiren Cumhurbaşkanı Erdoğan krizden çıkışın anahtarını açıkladı:
“İslam iktisadı, krizden çıkışın anahtarıdır.”
Sayın Erdoğan açıklamadığı için İslam iktisadının “yaşadığımız hangi krizden çıkışın anahtarı” olduğu konusunda bir fikrimiz yok. Bütün dünyayı ekonomik krizden çıkartacak bir anahtar mı, sadece İslam dünyası için mi geçerli bir anahtar mı…
Yoksa İslam iktisadı anahtarı, Türkiye’yi içinde bulunduğu ekonomik krizden çıkartacak bir model mi öneriyor…
Yoksa seçim kanunlarını değiştirmek gibi, CHP’nin İş Bankası’ndaki hissesinin Maliye’ye aktarılmasının gündeme getirilmesi gibi, Ayasofya’nın cami yapılmasının gündeme getirilmesi gibi Türkiye’de her geçen gün derinleşen ekonomik krizi gündemden düşürmeye yönelik ortaya attığı bir konu mu, bilmiyoruz.
Sayın Erdoğan’ın bu “İslam iktisadı, yaşadığımız krizden çıkışın anahtarıdır” ifadesi, bana 90’lı yıllarda İslami kesimin diline pelesenk olan, hatta arabalarının camlarını süsleyen “Huzur İslam’da” sloganını hatırlattı. Bu söz İslam’ın bir devlet modeline dönüşmesiyle toplumun topyekün huzura kavuşacağı hayalini, emelini anlatan bir sözdü.
Gerçekte öyle mi? İslam’ın bir devlet modeli olduğu ülkelerde huzur var mı?
Diyanet İşleri eski başkanı Ali Bardakoğlu hocamız “İslam’ı Doğru Anlıyor muyuz?” kitabında şöyle yazıyor:
“Bugün, elli küsur İslam ülkesi var ve parmağımızla gösterebileceğimiz, insanların huzur, güven içinde olduğu ve dünyaya bunu vadeden bir örnek İslam toplumu bulmakta zorlanıyoruz. Modern dünyaya örnek olabilecek bir İslam dünyasından söz edemiyoruz.” (Sh. 316)
Bardakoğlu hocamızın “İslam Işığında Müslümanlığımızla Yüzleşme” adlı kitabındaki şu tespiti de oldukça önemlidir:
“İslam toplumlarında aile hayatından insan haklarına, beşeri alandan uluslararası ilişkilere, ekonomi ve çalışma hayatından, temizlik ve çevreye, hukukun üstünlüğüne ve sosyal adalete kadar birçok alanda çok ciddi sorunlar var.” (Sh.51)
***
Aslında soru şu: İslam iktisadı diye bir model var mı?
Bu soruyu ilahiyat alanında tarihselci görüşleriyle tanınan gazetemizin yazarlarından Prof. Dr. Mustafa Öztürk hocamıza sordum. Özetle şunları söyledi:
“İslam iktisadı tabirinin kavramsal olarak içinin dolduralabildiğine kani değilim. Kaldı ki bugüne kadar İslam iktisadı konusunda Sezai Karakoç'un İslam Toplumunun Ekonomik Strüktürü kitabı ile Muhammed Bakır es-Sadr’ın İslam Ekonomi Doktrini adlı çalışması gibi birkaç eser hariç hem bilimsel yetkinliği haiz olan ve hem de günümüz dünya ekonomik sistemindeki gerçeklik içinde esaslı bir anlam taşıyan çalışmaların mevcudiyetinden de haberdar değiliz. Bütün bunlar bir kenara, bugünkü dünya düzenindeki karmaşık ekonomik sistemin faiz üzerinden yürüdüğü hepimizin malumu. Ancak Kuran’ın yasakladığı cahiliye ribası ile günümüz ekonomisinde bin bir çeşidi bulunan faizin mahiyet itibariyle birbirinin aynı mı yoksa birbirinin gayrı mı olduğu meselesi dahi Müslümanlar tarafından henüz ortaya konulmuş değil. Bu noktada en kritik soru bence şu: Günümüz dünya gerçekliğinde faizden tamamen arındırılmış bir iktisadi modelin imkanı var mıdır? Şayet varsa bunun ne şekilde uygulanacağına dair yol yordam ne zaman ve nasıl oluşturulmuştur? Kısacası İslam İktisadı tabirinin içi nasıl doldurulacak ve gerçekliğe ne şekilde uygulanacaktır. Bu kritik soruların sadra şifa cevapları en azından benim için hala büyük ölçüde meçhuldür. Ayrıca iktisat ve ekonomi gibi kavramların başına tıpkı devlet kavramında olduğu gibi “ İslami” nitelemesini eklediğinizde bunun gerçekten İslami olup olmadığının ölçütü neye göre belirlenmektedir? Bir şeye İslami nitelemesinde bulunmakla o şeyin gerçekten İslami olup olmayacağı da ayrıca tartışılması gereken bir husustur.”
***
Ali Bardakoğlu hocamız son kitabında aslında bir şeyin başına İslami nitelemenin getirilmesini irdeliyor. Özetle söylediği şu:
“Biz Müslümanlar olarak tarihimizdeki ve kültürümüzdeki olgulara ve tecrübelere doğrudan İslami nitelemesi yapmakla onları dogmatik hale getiriyoruz ve soyutlaştırıyoruz. Hayattan ve tarihin akışından bağı kopuyor ve sonunda dini öğretinin dinamizmini de öldürüyoruz. Dini ilimler kelam, fıkıh, tefsir, hadis gibi adlarla anılmıştır. Bunların başında İslami nitelendirmesi yoktur. Nitekim tarihteki hukuk tecrübemize ve uygulamamıza fıkıh adını verdik, İslam hukuku demedik. İslam coğrafyasındaki ticaret uygulamaları da tarihi tecrübemizden sadece bir kesittir. Hicri 4’inci ve 5’inci asırdaki Abbasi dönemindeki ticaret kurallarına ve ticari uygulamalarına İslami ticaret adını verirsek, modern dönemin ticaret uygulamalarına bakış açısı yapmamızın imkanı kalmaz. Bir şeyin başına İslami nitelendirmesinin gelmesi onu doğrudan İslam’a mal edeceği için yanlış algılara her zaman yol açacaktır? Müslümanların 14 asırdır süregelen bir ekonomik hayatı vardır. Bu hayat akıp gidecektir. Bunların İslami diye nitelendirilmesi, belli kural olguları öne çıkartarak mesela bunlara İslam iktisadı demek de konuyu anlamımızı ayrıca zorlaştıracaktır.” (İslam’ı Doğru Anlıyor muyuz, Kuramer Yay., Sh. 48-49, 88, 168 -170, 252)
Ne dersiniz?
Siyasette oy toplamak için kavramların başına “İslam” yazmak, Müslümanlar arası savaşta mızrağın ucuna Kuran-ı Kerim sayfaları takmaya benzemiyor mu?
İslam dinini, siyasette ‘araçsallaştırmak’ büyük vebal olsa gerek.