Bu ülkenin adaleti konjonktüre göre tecelli ettiren bir yargısı, bir adalet anlayışı, duruma göre şekil alabilen yargıçları ve o ülkenin kriz anlarını doğru yönetemeyen, başı havada, söylediği sözün kurşun olup ayağına geleceğini farkedemeyen, ‘günü kurtar, gündem ol, keyfine bak’ mantığına sahip siyasetçileri olduğu müddetçe biz daha çok darbeler ve darbeye teşebbüs anında yakalandığında dahi en soğukkanlı halleriyle ölümüne inkar eden Hurşit Tolon’lar, Çetin Doğan’lar görürüz. Yaşadığımız müddetçe.
Ergenekon ve Balyoz davalarında gelinen aşamaya, geldiğimiz nihai sürece bir bakın!
Davanın içinde yer alan sahte deliller ve CD’ler üzerinden aklanan darbeciler nasıl da gerçekten masumlarmış gibi başları havada geziyorlar.
Bakın da ibret alın.
17-25 Aralık kalkışmasının muhatabı olmanın verdiği panik ile iktidarın tepe isimlerinden birisinin düşüncesizce kurduğu “bunlar askere de kumpas yaptılar” eksik ve hatalı cümlesinin ‘darbecileri’ nasıl kahramanlaştırdığını görün.
Oysa “askere kumpas kuruldu” demek yerine “Balyoz, Ergenekon adı her neyse darbe planları vardır, hükümeti düşürmeye yönelik girişimler vardır ancak paralel yapının TSK içinde kendi yapılanmasını sağlamak için bu davalar üzerinden askere kumpas kurduğu da bir gerçektir” şeklinde bir cümle kurulmuş olsaydı her şey çok daha farklı olabilirdi.
Pekala, yeniden adil bir yargılamanın yolu açılabilir, dava dosyalarının içine yerleştirilen sahte deliller ayıklanabilir, tahrif edilmiş belgelerin aslına ulaşılabilirdi.
Böylesi de mümkündü.
***
Çetin Doğan’ın hazırlattığı, 5-7 Mart 2003 tarihlerinde Birinci Ordu’nun kışlasında 26 generalin katılımıyla gerçekleşen seminer, gerçekten masum bir askeri faaliyet miydi?
TSK içinde “birileri” AK Parti’nin iktidara gelmesinden rahatsız olmamışlar mıydı? Bu rahatsızlık onları ‘kendi aralarında bir şeyler’ yapmaya sevk etmemiş miydi?
Özden Örnek’in darbe günlükleri yalan mıydı?
Tamam, altı yıl önce kumpas mahkemeleri davanın sanıklarını mahkum etmek için elinden geleni yaptı. Peki, altı yıl sonra başka bir mahkemenin de davanın bütün sanıklarını beraat ettirmesi mi gerekiyordu?
Yok muydu bunun başka bir yolu?
Mahkeme diyor ki, “belgeler tahrif edilmiş.” E o zaman belgenin tahrif edilmeyen haline ulaş! Mahkeme diyor ki, “belgelere sahte deliller yerleştirilmiş.” Temizle o zaman sahte delilleri! Ve gerçek delilleri bul.
Ortada tahrif edilmiş bir belge varsa tahrif edilmeyeni de vardır. Belgelerin arasına sahte deliller yerleştirilmişse bu gerçek delillerin de var olduğunu gösterir. Gerçekleri ortaya çıkart! Belgeleri kim sızdırdı, sahte belgeleri kim hazırladı, kim davaları açtı, belgeleri askeri istihbaratın zeminine kimler gömdü?.. Bunları bul.
Yok ama bu çok zahmetli bir iş, hem de ne gerek var!
Daha kolayı daha zahmetsizi var.
Yıldıray Oğur’un peşine düş, yakasına yapış!
Mevzu malumunuz: Savcımıza göre, Yıldıray Oğur “devletin güvenliğine ilişkin gizli belgeleri temin etme”, “terör örgütü propagandası yapma”, “devletin güvenliğine ve siyasal yararına ilişkin gizli kalması gereken bilgileri açıklama”, “devletin güvenliğine ilişkin belgeleri tahrip etme” suçlarını işledi.
17-25 Aralık kalkışmasında saniye tereddüt geçirmeden AK Parti hükümetinin yanında yer almış, devletin paralel yapıya karşı yürüttüğü hukuki mücadeleyi sonuna kadar savunmuş bir isim Yıldıray Oğur.
Şimdi savcımız, Yıldıray Oğur’u o kumpası yapanlarla aynı dalga boyunda yargı önüne çıkartmaya, sanık sandalyesine oturtmaya çalışıyor!
Anlayacağınız, dünün gariplikleri bugün de aynen devam ediyor.
Erich Maria Remarque’nin kitabına adını verdiği başlık bizim durumumuzu net bir şekilde ortaya koyuyor:
Batı cephesinde yeni bir şey yok…
Merak ediyorum, bu ülkenin yargıçları ne zaman verdikleri kararların doğruluğundan emin olarak gözlerimizin içine bakabilecekler? Ne zaman verdikleri kararlardan dolayı gözlerini, gözlerimizden kaçırmayacaklar?
Ne zaman?