Bir hikâyenin nasıl başladığı kadar nasıl ilerlediği de önemlidir ancak asıl önemli olan hikâyenin nasıl nihayetlendiğidir. Çünkü bir hikâye daha çok sonuyla hatırlanır.
Erdemliler Hareketi olarak yola çıkan AK Parti’nin hikayesi güzel başlamıştı, fakat yaşananlara bakınca finalinin iyi olmayacağı da ortada. Çünkü akıl AK Parti’yi terk etmiş durumda. Bir beden düşünün. Yakalandığı her hastalıktan kurtulma, iyileşme şansı vardır. Çünkü tedavi olanakları vardır. Beden kaybettiği sağlığına yeniden kavuşabilir. Bedeni terk eden sağlık, doğru tedavinin sonucunda bedene yeniden girer. Ancak tedavisi mümkün olmayan bir tek hastalık vardır. Aklın başı terk etmesi. Akıl başı terk ettiğinde bir daha geriye dönmez.
Dolayısıyla şunu söylemek mümkün, AK Parti kendine çeki düzen verme, toparlanma, aklını başına alma imkanı sunacak kapıların tamamını kapatmış durumda.
AK Parti aklını yitirmemiş olsaydı yaptıklarının ne anlama geldiğinin muhasebesini yapabilirdi.
Aklı başında olsaydı, yaşanan hukuksuzlukların, özgürlük alanlarının daralmasının, adaletsizliklerin şiddetini, ağırlığını anlatmak için kendi tabanının “28 Şubattan beter” mukayesesi yapmasından rahatsız olurdu.
Bugün yaşananların ağırlığı maalesef “Tek parti” dönemiyle “28 Şubat” dönemiyle mukayese ediliyor.
Adalet, hukuk, demokrasi, insan hakları ve özgürlükler gibi alanlarda “o kadarı da olmaz” denilen, insani, İslami, vicdani olmayan ne varsa maalesef bir bir yapılıyor.
Geçenlerde “AK Parti 2001 yılında kurulurken birisi kehanette bulunup ‘Bu parti iktidara gelecek, uzun yıllar iktidarda kalacak, hatta öyle güçlenecek ki hiçbir siyasi partiye nasip olmayan bir iktidar gücüne kavuşacak, sonra bu partinin kurucuları arasında yer alan, birikimleriyle, yetenekleriyle bu partiye güç ve itibar katan AK Parti’yi, AK Parti yapacak olan bu isimler Erdoğan tarafından yolsuzlukla, dolandırıcılıkla itham edilecekler” deseydi “kim inanırdı” diye bir yazı kaleme almıştım.
Devam edelim, yine birisi kehanette bulunup “AK Parti adaletsizlikte, hukuksuzlukta, antidemokratik uygulamalarda 28 Şubatçılarla yarışacak, CHP statükodan uzaklaşacak AK Parti statükoya öyle sarılacak ki tarih böylesi bir statükoculuk görmeyecek” deseydi…
Birisi kehanette bulunup “Gün gelecek Erdoğan, iktidar koltuğunu tehdit etme ihtimalini gördüğü kim varsa hiçbir şey dinlemeden ezip geçecek” deseydi…
İnanır mıydık?
Ama oluyor işte. Tuz kokar mı, yaşananlar tuzu bile kokutuyor.
Bilim ve Sanat Vakfı’na el konulması, bir vakfın siyasi rekabete kurban edilmesi tuzun kokmasından başka bir şey değildir.
Önce Şehir Üniversitesi’ne el konuldu. İktidar 7 bin öğrencinin başının üstüne bir balyoz gibi Halk Bankası’nı indirdi. Üniversite çalışanları evlerine ekmek götüremeyecek duruma getirdi. Nefes alacak alan bırakmadı. O üniversitede okuyanlar, AK Partili siyasetçilerin çocuklarıydı, torunlarıydı. O üniversitenin yönetiminde olanlar Erdoğan’ın yol arkadaşlarıydı. O üniversitede görev yapan akademisyenlerin bir çoğu AK Parti’ye, Erdoğan’a dost isimlerdi.
Ama Şehir Üniversitesi’ne el konulurken kirpikleri dahi oynamadı.
Şehir Üniversitesi’ne neden el konulduğu herkes tarafından bilinen bir gerçek.
Ahmet Davutoğlu’nun yeni bir siyasi yol hazırlığında olmasıydı. Ahmet Davutoğlu Gelecek Partisi'ni kurmaktan vazgeçseydi Şehir Üniversitesi’ne el konulmazdı. Gelecek Partisi’ni kurmamış olsaydı Bilim ve Sanat Vakfı’na el konulmazdı.
28 Şubat’ın zulmünden kaçanların sığındığı bir yerdi Bilim ve Sanat Vakfı. 18 yıllık AK Parti iktidarında siyaset yapmış, bürokraside bir yerlere gelmiş, bakanlık yapmış, cumhurbaşkanlığı danışmanlığına gelmiş pek çok ismin çocukları Şehir Üniversitesi’nde eğitim görmüş ve hâlâ görüyorken, kendilerinin üzerlerinde Bilim ve Sanat Vakfı’nın ciddi emeği olduğu muhakkak. Yani kurulan “Bilim ve Sanat Vakfı kırk satırla mı doğransın, kırk katırla mı idam edilsin” karar masasında bu insanlar vardı, başkaları değil.
O yüzden dün sosyal medyada muazzam çelişkiyi ortaya koyan “AK Parti’ye oy vermezseniz CHP iktidara gelir, CHP iktidara gelirse derneklerinizi, vakıflarınızı, okullarınızı kapatır” paylaşım bir hayli ilgi gördü.
Bilim ve Sanat Vakfı’na kayyum atayan başka bir iktidar olsaydı Beyazıt meydanlarını dolduracak, protesto mitinglerinin en ön sırasında yer alacak isimler bugün Bilim ve Sanat Vakfın’a kayyum atanmasının ne kadar kanuni, ne kadar yasalara uygun olduğunu anlatmaya çalışıyor. Tüm geçmiş zamanların antidemokratik uygulamalarını yapan muktedirlerin yaptıkları gibi “kanuna, yasaya, mevzuata” uygunluktan bahsediyorlar. Yitirdikleri utanma duygusu eşliğinde “YÖK Kanunu’nun ek 11. Maddesi”ni hatırlatıyorlar! Evet YÖK Kanunu’nun ek maddesi, yani 15 Temmuz darbesinden sonra YÖK mevzuatına iliştirilen madde.
Soru şu: Bu dönemde yaptıkları adaletsizliklere, hukuksuzluklara sadece AK Parti mi bir sınavdan geçiyor? “Haksızlık karşısında susan bizden değildir” hadisini referans kabul eden, Kuran’ı Kerim’deki adalet, hak, hukuk ayetine iman eden dindar, muhafazakâr isimlerden oluşan sivil toplum kuruluşları, vakıflar, dernekler, dini cemaatler, dini kanaat önderleri, dindar muhafazakâr kesimde eş zamanlı olarak bu sınavdan geçmiyor mu? Bu sınavın kaybedeni sadece AK Parti iktidarı mı? Ahlaki ve vicdanı üstünlüğünü yitiren sadece AK Parti mi?
18 yıllık AK Parti iktidarı şu gerçeği bir kez daha ortaya koydu: Kim olursa olsun güç bozuyor, mutlak güç daha çok bozuyormuş.
Not: Ben bu yazıyı bitirdikten sonra bir güzel gelişme olduğunu öğrendim. İslami camiaya yakın İHH, Özgür-Der ile beş vakıf ve dernek BİSAV’a destek veren, kayyum atamasına ise tepki gösteren ortak bildiri yayınladılar.