Abdülkadir Selvi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 26 Mayıs tarihli MYK toplantısında Sedat Peker’in videolarıyla ilgili “ciddiye almayın, önemsemeyin” dediğini yazdı. Yargı da bu yüzden harekete geçmiyor demek ki! Oysa normal hukuk devletlerinde yargı harekete geçer, şaibe altındaki isimler aklanıncaya kadar görevlerinden ayrılırlar.
Ayrıca Erdoğan böyle diyor ama Avrasya Araştırma Şirketi’nin araştırması seçmen kitlesinin yüzde 75’nin Peker’in iddialarını ciddiye aldığını, önemsediğini ortaya koyuyor.
Toplumun yüzde 75’inin iktidar yetkililerine değil de neden Peker’e inandığına dair somut örnek Erkan Yıldırım meselesidir.
Bakalım…
***
Biliyorsunuz Peker’in iddialarından biri de Binali Yıldırım’ın oğlu Erkan Yıldırım’ın “Kirli para trafiği için Venezuela’ya” gittiği iddiasıydı. Peker 7’inci videosunda Erkan Yıldırım’ın hangi tarihte Venezuela’ya gittiğini de açıklamıştı. (23 Mayıs)
Binali Yıldırım, aynı günün akşamında yaptığı ilk açıklamada “Oğlum kendi imkanlarıyla, kendi biletini, masraflarını karşılayarak gitmiş, beraberinde de koronavirüs ile mücadele amacıyla ihtiyaç sahiplerine test kiti, maske gibi birtakım malzemeler götürüp dağıtmıştır. Ziyaret amacı da bundan ibarettir” dedi. (23 Mayıs)
24 saat sonra yeni açıklama yapan Binali Yıldırım “Oğlum biraz meraktan biraz da iş adamı olarak yeni fırsıtlar var mı diye sadece bir kez Aralık ayında ziyaret etmişti” dedi. (24 Mayıs)
Gümrük kayıtlarında maske ve test kiti sevkiyatı olmadığı, o tarihlerde 1500 adetlik test kiti gönderimin iki özel firma arasındaki ticaret faaliyeti olduğu ortaya çıktı. (31 Mayıs, Cumhuriyet)
Abdülkadir Selvi’nin 1 Haziran tarihli yazısında Cumhuriyet’te çıkan haberi şöyle tekzip edildi: “Erkam Yıldırım’ın götürdüğü test kiti ve maske, yanında taşıyabileceği miktarda olduğu için gümrük kayıtlarında yer almadı.”
Neresinden bakılsa vahim. Binali Yıldırım üç kelimeyle “Oğlum gezmeye, görmeye gitti” dese kamuoyu nezdinde daha inandırıcı olmaz mıydı?
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu Sedat Peker’in iddialarına cevap vermek için iki kez televizyona çıktı ve kamuoyunu ikna edecek tek bir kelime edemedi.
Sayın Erdoğan partililerine “önemsemeyin, ciddiye almayın” dese de bu AK Parti açısından vahim, “nereden nereye” dedirten bir tablodur. Ve aynı zamanda Türkiye’nin dış dünyadaki itibarını da zedeleyen bir tablodur.
***
Habertürk’te Fatih Altaylı’nın sorularını yanıtlayan Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu’nun şu sözleri tarihi öneme sahiptir:
“Sedat Peker’in videolarıyla ortaya çıkan tablo, Süleyman Soylu’nun, Binali Yıldırım’ın ve Berat Albayrak’ın kendi iktidarları için yürüttükleri çirkin ve kirli mücadelenin neticesidir. Şu gün ortaya dökülen şeyler dökülmesin diye 2015 yılında kapsamlı bir reform hazırlığındaydım. Siyasi şeffaflık, ihale yasası. Tek tek yolsuzluklar sistemik hale geliyordu. Bunlara karşı mücadele etmek lazımdı. Ben bu mücadeleye başlayınca. Benden rahatsız oldular. Bu üç kişi beni siyasi ihtiraslarına engel görüyordu. AK Partili kardeşlerime sesleniyorum, ben o kanunları çıkarsaydım Türkiye böyle mi olacaktı? AK Parti bugün bu duruma düşer miydi?” (31 Mayıs)
Sayın Davutoğlu 2015 yılında açıkladığı Kamuda Şeffaflık Paketi’ni yasalaştırabilseydi, siyasal yozlaşma bu kadar vahim noktalarda olmazdı.
Dünya örnekleri de gösteriyor ki, siyasal yozlaşma olaylarında en vahim nokta, kamu görevlileri ve siyasetçiler ile mafya ve çeteler arasında kurulan ilişkilerdir. Devlet içinde ekili bir takım kişilerin hukuk rayından çıkarak çetelerle, mafyalarla iş tutmasıdır. Politikacıların özel çıkarlar temin edebilmek için mafya, aşiret, çete gibi örgütlerle işbirliği içinde olmasıdır.
Güç zehirlenmesinde gelinen en vahim aşama ise iktidarı yönetenlerin artık toplumu ciddiye almamalarıdır.
Toplumu ciddiye alan, gücünü milletten aldığını bilen, toplumu velinimeti olarak gören siyasi bir iktidar şaibe altında olan siyasetçisine sahip çıkmaz. Çıktığında bunu millete anlatamayacağını, bunun taşınamaz bir yük olduğunu bilir.
***
13 yıl önce yaşanan hadiseyi kısaca bir hatırlayalım.
***
27 Şubat 2008 tarihinde Kapıkule sınır kapısında Hollanda’ya narenciye taşıyan bir TIR’ın soğutucu fanına zulalanmış 89 kilogram eroin ele geçirildi. Kaçakçılık -İstihbarat ve Narkotik ekipleri için sıradan bir uyuşturucu operasyonuydu ancak TIR’ın yüklemesini Mersin’den yapması, narenciyelerin de Menas adlı şirkete ait olması bir anda gözlerin Ankara’ya çevrilmesine neden oldu.
Menas isimli şirketin sahibinin AK Partili milletvekili Dengir Fırat olduğuna dair spekülasyonlar, dedikodular kulaktan kulağa yayıldı.
Konuyla ilgili ilk haber 9 Mayıs 2008’de Vatan gazetesinde yer aldı. Fırat anında gazeteye yaptığı açıklamada, 1 Eylül 2007’den geçerli olmak üzere şirketteki ortaklığını devrettiğini söyledi ve delil olarak da yönetim kurulu karar defterinin noter tasdikli onayını gösterdi.
Ancak Fırat’ın yaptığı açıklama, gösterdiği delil konuyu kapatmadı.
CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu ile aralarında aylarca sürecek bir tartışmayı başlattı.
Kılıçdaroğlu Fırat’a “baron” diye sesleniyor, Fırat da Kılıçdaroğlu’nun “müfteri” olduğunu söylüyordu. Her ikisi de belgelerle konuştuklarını iddia ediyorlar, birbirlerine “canlı yayın” teklifinde bulunuyorlardı. Klişe söylemle 80 milyon Fırat’ın çıkıp Kılıçdaroğlu’nu suçladığı, Kılıçdaroğlu’nun çıkıp Fırat’a zehir zemberek sözler ettiği televizyon programlarına kilitleniyordu.
Mesela “İçişleri Bakanımız Süleyman Soylu’nun yanındayız, yanında olmaya devam edeceğiz. Hedef İçişleri Bakanımız değil Türkiye’dir” diyerek Süleyman Soylu’ya sahip çıkan… “Ülkemizde yıllarca bakanlık, başbakanlık ve Meclis Başkanlığı yapmış Binali Yıldırım Binali Yıldırım’ın oğlu üzerinden hedef alınması, asıl niyeti ortaya koyan bir başka işarettir” diyerek de Binali Yıldırım’a sahip çıkan Erdoğan, 2008 yılında Dengir Mir Fırat için destek açıklaması yaptı mı?
Hayır.
Erdoğan Kılıçdaroğlu’na şöyle seslenmişti: “İddialarını ispatlarsan Fırat siyasetten çekilecek. İspatlayamazsan çık televizyona ben namerdim, müfteriyim de.” (22 Eylül 2008)
Yani Erdoğan istemeseydi o düello gerçekleşmez, polemik bir süre daha devam eder sonra da biterdi.
***
Ve 24 Eylül 2008 Perşembe günü Fırat ve Kılıçdaroğlu’nun Uğur Dündar’ın moderatörlüğünde Meclis’ten gerçekleşecek ve bütün televizyonlardan canlı yayınlanacak programda bütün kozlarını paylaşacakları ilan edildi.
Paylaştılar da. Uğur Dündar iki tarafa da iddiaları sordu. Fırat iddiaları yalanladı, Kılıçdaroğlu iddialarını tekrarladı. İkisi de ellerindeki belgeleri gösterdi.
Ertesi günkü gazetelerin manşeti hazırdı: “Türkiye böyle düello görmedi!”
Ne düellosu bir daha rakip partilerdeki siyasetçiler televizyonlarda karşı karşıya bile gelmediler.
Ve 8 Kasım 2008’de Dengir Mir Mehmet Fırat, kamuoyunda oluşan algıları da dikkate alarak AK Parti Genel Başkan Yardımcılığı görevinden ayrıldı.
***
Kılıçdaroğlu’nun partideki görevinden istifasına sebep olduğu tek isim merhum Fırat değildi. İmar değişikliği ile ilgili iş takibi yaparak 1 milyon dolar aldığını belgelediği AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli de olay kamuoyuna yansıdıktan 3 hafta sonra partideki görevinden istifa etmek zorunda kalmıştı. (5 Eylül 2008)
***
Erdoğan suçlamanın nereden geldiğine bakmadı. Kamuoyunun karşısına çıkıp “CHP bizi yıpratmak istiyor, iftiracı bunlar” falan demedi. İki isim de AK Parti için önemliydi. Merhum Fırat, AK Partideki sıradan bir siyasetçi değildi. AK Parti’nin kurucularının başında gelen, Erdoğan’ın “akıl hocası” olarak anılan, toplum nezdinde saygınlığı olan sevilen bir isimdi.
Ama Erdoğan çıkıp da “Fırat’ın arkasındayız, yanında duracağız” demedi. Oysa ki diyebilirdi. Merhum Fırat bunu fazlasıyla hak eden değerde bir isimdi.
Erdoğan’ın Fırat’ın istifasını kabul etmesi Erdoğan’a, AK Parti’ye kaybettirdi mi? Bilakis hayır. AK Parti’ye olan güveni, itimadı tazeledi.
Siyasal yozlaşma bir anda olmuyor. Adım adım ilerliyor. Ve ortada ne devlet kurumu bırakıyor ne de kuralları.
Sedat Peker’in videoları bir ülke hukuk devletinden uzaklaştığında, bir ülke gücü sınırlanmamış bir iktidara sahip olduğunda, şeffaflık, denetim olmadığında, bütün yetkilerin tek elde toplandığı bir hükümet sisteminin nelere mal olduğunu ortaya koyuyor.