Sandıkların kurulmasına üç gün kala (13 Nisan) Cumhurbaşkanı Erdoğan bir televizyon programında şöyle demişti:
“Çok çok yüksek bir tonda ‘evet’ çıktığı anda Avrupa Birliği vesaire onlarla da oturacağız masaya... AB’ye tek bir soru soracağız: ‘Haydi bakalım ne diyorsunuz, var mısınız yok musunuz?’ Bize hala kalkıp da afra tafra yapmayın. Varsanız ne ala. 54 sene bekledik, bundan sonra bekleyecek zamanımız yok. Artık beklemeye tahammülü olmayan bir milletiz.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu konuşmasını medyamız “Tarihi AB kararı, Türkiye AB ile masaya oturacak” başlıklarıyla vermişti.
Hatırlayalım.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 21 Mart tarihinde Ankara Arena Kapalı Spor Salonu’ndaki konuşmasında ise şöyle söylemişti: “AB süreciymiş! Geri kabul anlaşmasıymış! Artık bizi bunlarla tehdit edemeyecekler. Bitti o süreç!”
Medyamız Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu konuşmasını “Cumhurbaşkanı’ndan AB’ye sert rest” ve “Cumhurbaşkanı’ndan AB’ye tarihi ayar” manşetleriyle vermişti.
Referandum sonuçlandı. Milli iradenin (hepimiz oluyoruz) kararı sandıklarda tecelli etti. Öyle sandıklardan “çok çok yüksek bir tonda” evet çıkmadı. Neredeyse fifti fifti.
Sandıklardan “çok çok yüksek tonda evet” çıkmadığına göre, bu durumda sanırım Türkiye olarak zaten AB ile yeniden masaya oturmayacağız diyebilir miyiz?
Bu gerçekçi olur mu?
Elbette ki seçim sürecindeydik. Siyasetçiler seçmenlerini konsolide edebilmek için bazen bu tür söylemlere kayabilirler.
Ve “seçim süreci” bittiğinde kafalardaki “siyasetçi” şapkası çıkar, “devlet adamlığı” şapkası oturur.
Gerçek olan budur.
Fakat...
Biz daha ülkece seçim yorgunluğunu üzerimizden atamamış, seçmen olarak siyasetçilerimize verdiğimiz “hassas mesajlar” uzman analizcilerimiz tarafından yeterince yorumlanmamış iken, dahası devlet ve hükümet büyüklerimiz daha kendilerine gelememiş iken...
Avrupa’nın ülkemiz hakkında bir karara vardığını duyduk!
Hem de ne karar!
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, 13 yıl önce demokrasi ve özgürlükler anlamında umut vaat ediyor diyerek “denetimden” çıkarttığı Türkiye’nin 13 yıl sonra hukuksal ve siyasal planda yeniden denetime alınması gerektiğine karar verdi.
***
Tarih Haziran 2004. Türkiye, “demokratik ortak” olarak çağrıldığı dünyanın en zenginlerinin buluşmasında büyük destek görmüştü. AK Parti çiçeği burnunda bir iktidar partisiydi. AK Parti lideri ve Başbakan Erdoğan bütün Avrupalı liderlerin ilgi odağı idi. O yıl G-8 Zirvesi, ABD’de düzenlenmişti.
Toplantıya katılan bütün liderler Türkiye’nin AB üyeliğini destekliyorlardı. Türkiye’de olumlu gelişmeler vardı.
“Üst düzey ABD’li bir yetkili, liderler, Türkiye’nin Avrupa’ya yöneliminin desteklenmesi ve Avrupalı bir geleceğe sahip olması gerektiği üzerinde durdular. Bu kararda DEP tahliyelerinin ve OHAL’in kaldırılması etkili oldu. Toplantıda Avrupalı liderler, Türk hükümetinin son dönemlerde gerçekleştirdiği reformlardan çok etkilendiklerini dile getirdiler.” (Milliyet, 10 Haziran, G-8 Morali.)
Ve 2004 Haziran ayı içerisinde AKPM, Türkiye’nin gerçekleştirdiği reformlara dayanarak “siyasi ve hukuksal denetimden” çıkartılmasına karar verdi.
Şimdi 13 yıl sonra geriye döndük. Ne kadar hazin.
AKPM’nin verdiği karar ile Türkiye, denetim sürecinden çıkartıldıktan sonra yeniden denetim sürecine alınan ilk Avrupa ülkesi olarak kayıtlara geçmiş bulunuyor.
Zaten bir süredir iyi gitmiyordu AB ile ilişkilerimiz. Avrupa kamuoyunda oluşan “Türkiye’nin giderek demokrasi rayından uzaklaştığı” algısına karşı etkili bir mücadele verilememesi buna en büyük sebep. Bütün bunlara özellikle referandum sürecinde AB’ye yönelik sürekli sallanan parmakları eklediğinizde sonuç kaçınılmaz oluyor.
Birileri yine hop oturup hop kalkacak ancak Türkiye’nin Avrupa nezdinde imajını düzelten, Türkiye’ye saygınlık kazandıran politikaların sahibi de AK Parti’den başkası değildi.
Türkiye bu imajı hak etmiyor.
Tamam, hükümet yetkilileri AKPM’nin verdiği kararı “şiddetle kınasınlar” ancak, arka planda da ne yapmaları gerekiyorsa yapsınlar.
“Türkiye’de seçim vardı” desinler, “biraz popülizmde aşırıya kaçmış olabiliriz” desinler, bir an önce yeniden o masaya oturmanın çaresini bulsunlar.