Adalet Bakanlığı “Seri Muhakeme Usulü” ile “Basit Yargılama Usulünün” 1 Ocak itibariyle uygulanmaya başladığını “yargıda yeni dönem” başlığı ile duyurdu.
Adalet Bakanlığı Yargı Reformu’nun 24 Ekim 2019’da yasalaşan ilk paketindeki bu iki düzenlemeyi oldukça önemsiyor.
Bu düzenlemelerin önemini Adalet Bakanı Abdülhamit Gül şöyle anlatmıştı:
“1 Ocak itibariyle yürürlüğe girecek yargı sisteminde yeni bir düzenleme var: Seri ve basit yargılama… Yeni sistemde daha hızlı, adil ve makul kararların verildiği bir süreç olacak. Bu usul vatandaşlarımızın yargıya güvenini artıracak. Yapanın yanına kar kalıyor anlayışını ortadan kaldıracak.” (24 Ekim 2019)
İsterseniz biraz daha geriye 4 Ekim tarihine gidelim. Adalet Bakanı Gül bu düzenlemelerin önemini Trabzon’da şöyle anlatmıştı:
“Vatandaşın yargıya güvenini artıracak olan iki yeni usulü ceza muhakemesi sistemine kazandırıyoruz. Bir ‘seri yargılama’, iki ‘basit yargılama’ usulü.”
Bakan Gül şu örneği vermişti:
“Trabzon meydanında bir fiil meydana geliyor, meydanın kamerasında görülüyor her şey belli. Bir şoför aracını sürerken gelmiş bir magandanın birisi bir fiil işlemiş. Her şey açık. Burada aslında dava üç yıl da sürse, 5 yıl da sürse ne ceza çıkacağı belli, fiil belli, ceza belli. Savcı oturup konuşacak, anlaşma olacak, mahkeme de uygun görürse üç beş günde bitecek. Böylece mahkemeye olan güveni, yargıya olan güveni artıracağız.”
Gül şöyle devam etmişti:
“Öyle bir şey çıkıyor ki yargı ile vatandaşın ilişkisi şöyle oluyor, diyor ki ‘seni mahkemede sürüm sürüm süründüreceğim, burnundan fitil fitil getireceğim’, yani şunu demiyor ‘seni mahkemeye vereceğim, hakkımı sonuna kadar alacağım görürsün’, çünkü vatandaş da avukat da hakim de biliyor sonunda ya hükmün geriye bırakılması kalacak ya erteleme alacak, ceza alsa bile 18 ayın altında infaz mümkün değil, içeriye girmeyecek. Meydana gelmiş belli suçlarla ilgili 3 gün içerisinde karar veriyorsanız insanın yüreği soğuyor, vatandaş ‘adalet tecelli etti’ diyor, ‘3 yıl sonra gelecek adaleti ben ne yapayım diyor, geç gelen adalet, adalet değil’ diyor. Ne oluyor? Yargıya güven azalıyor.”
* * *
Sayın Gül’ün bu açıklamaları da yargının yükünü hafifletecek olan “basit ve seri yargılama” usulünün hukukumuza kazandırılmış olması da elbette güzel. Nitekim dünyanın pek çok ülkesinde yargıyı hızlandırmaya yönelik bu tür ara çözümler var.
Ancak ülkemizin en önemli adalet sorunu yargının yavaş işlemesi midir? Toplumun yüzde 68’i yavaş işlediği için mi yargıya güven duymuyor?
Elbette yargının yavaş işlemesi bir adalet sorunudur. Ancak Türkiye’de adalet sorunu sadece yargının yavaş işlemesi değildir. Yargının bağımsızlığı, yargıya siyasi müdahale gibi temel hak ve özgürlükler gibi daha ağır adalet sorunlarımız var bizim.
Türkiye’nin temel adalet sorunlarından biri mahkemelerin AİHM ve AYM’in bağlayıcı kararlarına uymamasıdır. Bunun ne kadar vahim bir sorun olduğunu Bakan Gül’ün kendisi de söylemişti ama henüz reform paketlerine bu yönde bir düzenleme girmedi.
Bunun son örneği AİHM’in “derhal tahliye” kararı verdiği Osman Kavala’nın hala tahliye edilmemesidir.
Bir de Osman Kavala gibi AİHM’e ulaşamayan ya da AYM kapısında 2-3 yıldır sıra bekleyen dosyaları düşünün.
Hatta düşünün ki ülkemizde bazı tutuklama kararlarını ve bazı tahliye kararlarını yargıdan önce siyasi yetkililer açıklıyor, yargı kararları da aynen öyle çıkıyor.
İşte bu yüzdendir ki Venedik Komisyonu gibi uluslararası saygın hukuk kurumlarının raporlarında Türkiye’deki temel yargı sorununun yargıya siyasi müdahaleler olduğu belirtiliyor, yargının siyasallaştığı, yargının yeterince bağımsız ve tarafsız olmadığı ifade ediliyor.
Bugün Türkiye’nin en önemli adalet sorunlarından birisi de yargının siyasallaşmasıdır. Osman Kavala davası, Mümtazer Türkön’e davası, Ahmet Altan davası, İbrahim Okur davası yargının siyasallaşmasının somut örnekleridir?
Ve maalesef Adalet Bakanlığı yargının bağımsızlığına ilişkin sorunlara açıkladığı Yargı Reformu paketlerinde hiç ilişmedi, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı sorunu görmezden gelindi.
Bu asli sorunları bir kenara bırakarak kalabalıklar yani tribünler için daha öncelikli olan hızlı yargılama gibi konulara odaklanmayı tercih etti.
* * *
Eski AYM Başkanı Haşim Kılıç, değerli büyüğüm hukuk adamı Taha Akyol’un “Siyaset yargıyı nasıl kuşatıyor” sorusunu şöyle yanıtlamıştı:
“Yargının tarafsızlık ve bağımsızlığının test edildiği yer kuşkusuz ki siyasi davalardır. Diğer davalarda sorunlar daha çok teknik içeriklidir. Bunların çözümü de zor değildir.” (Karar, 11 Kasım 2019)
Adalet Bakanlığı Türkiye’nin bu asli hukuk sorunlarına, yargı bağımsızlığının ve tarafsızlığının test edildiği alanlardaki sorunlara dokunmak yerine, Sayın Kılıç’ın ifade ettiği gibi “teknik içerikli ve çözümü zor da olmayan” konulara odaklanmayı tercih ediyor.
Benim Adalet Bakanlığı tribünlere sesleniyor dediğim budur.
Mesela… Hatırlayalım, Adalet Bakanı yargının sorunlarını bir nebze olsun çözebilecek olan “coğrafi teminat” başlığından bahsetmişti ancak Meclis’e gönderilen Yargı Reformu paketinde yer almamıştı, ama avukatlara verilecek yeşil pasaport Yargı Reformu paketindeki yerini korudu ve aynen Meclis’ten geçmişti!
Bir parantez açalım:
Şimdi bütün avukatlar ayağa kalkmasın “Yeşil pasaportumuzda gözün mü var?” diye. Elbette ki hayır. Bu kadar ağır adalet sorunları dururken, Reform Paketinin içine yeşil pasaportun konulması, sizce de adalet sorunlarını çözmüş Norveç’te yaşıyormuşuz gibi sergilenen bir tavır değil mi?!
Parantezi kapatalım.
Mesela adı üstünde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir savcısı sosyal medya hesabından Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan’ın kız çocuğu kıyafetli resimlerini yayınlıyor, bir savcı partizanlık yapıyor, bu yaşanan ilk sorun da değil ama Yargı Reformu paketinde yargıda partizanlığı önleyecek bir düzenleme de yer almıyor.
Gerek var mı diye sorabilirsiniz? Aslında yok tabi ki.. Partizanlık yapan savcı için mevcut mevzuattaki disiplin cezasının işletilmesi bile yeterli...
Adalet Bakanı Gül’ün verdiği örnekle soralım: Trabzon’da meydana gelen magandanın birinin işlediği suçun “basit ve seri” yargılama usulüyle hızlıca mahkemeler tarafından sonuçlandırılması Türkiye’nin hukuk devleti olduğunu ortaya koyar, yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını göstermeye yeter mi?