Ülkemizin saygın hukukçularından, Yargıtay Onursal Başkanı Prof. Sami Selçuk “HSK’nın sürgün ettiği hakim sayısı iki değil...” başlıklı yazım üzerine dün telefonla aradı. Yargıdaki sorunlar, yargı bağımsızlığının önemi ve gerekliliği üzerine uzun uzun sohbet ettik.
Sayın Selçuk yazımdaki “Cumhurbaşkanı Erdoğan ve iktidarı yargının bağımsız olmasını istemiyor” cümlesine atıfla “Yargının bağımsızlığını istemeyen sadece siyasetçiler mi? Yargının bağımsızlığını siyasetçiler istemiyor ama hukukçular da istemiyor” dedi.
Düşündüm de Sayın Selçuk tespitinde haklı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da iktidarı da yargının bağımsız olmasını istemiyor. Sadece bugünün sorunu değil, dünün de sorunuydu. Siyasal iktidarlar yargının bağımsız olanını değil bilakis tamamen kendilerine bağlı olanını istiyorlar.
Peki ama ülkemizde hakim ve savcılarımız arasında yargının bağımsız ve tarafsız olmasını isteyenlerin oranı nedir?
Asıl sorun bu…
Onurlu, dürüst, hukuku her şeyin üstünde tutan, tarihe adını altın harflerle yazdıran yargıçlarımız elbette var ama siyasete hizmet sunarak yüksek mevkilere gelen, sunduğu hizmet karşılığında hakkı olmadan terfi eden hakim ve savcılar da var ve bunlar yargıya güveni vahim surette aşağıya çekiyor.
Evet, yargıya güveni zedeleyen işte hakim ve savcılar arasındaki bu kötü örneklerin dikkat çekici boyutlarda olmasıdır.
Dünden bugüne, güçlü iktidarların yargıyı etkilemesi, yargıya müdahale etmesi, yargıya elini uzatması diye bir sorunumuz var.
***
Peki, ama iktidarın uzattığı eli tutan, yargıya yaptığı müdahaleden hoşnut olan, müdahaleye açık olduğunu ortaya koyan hakim ve savcılar sorumuz yok mu?
Mesela…
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve “yakın adamları” İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı İrfan Fidan’ı Yargıtay üzerinden Anayasa Mahkemesi üyeliğine göndermek istedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, İrfan Fidan’ı istedi. Siyasetçidir, iktidardır, isteyebilir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu isteğini kim gerçekleştirdi? Kim oy kullandı?
Yargıtay’daki 107 yüksek yargıcın oyu olmasa İrfan Fidan’ın ismi aday olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önüne gidebilir miydi? Cumhurbaşkanı Erdoğan Yargıtay’daki odasının kapısını bilmeyen, tek bir dosyanın kapağını kaldırmayan İrfan Fidan’ı Anayasa Mahkemesi’ne üye olarak atayabilir miydi?
Hukukun üstünlüğü ilkesini zedeleyen bu tür atamanın asıl sorumlusu kim, kimler?
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ekibi mi? 17 Aralık 2020 tarihinde Yargıtay Genel Kurulunda yapılan seçimlerde İrfan Fidan’ın Anayasa Mahkemesi üye adaylığı için “evet” oyu kullanan 107 yüksek yargıç mı?
Mesela…
İktidar hakimler için “coğrafi teminat” getireceklerini duyurdu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Beştepe’deki törenle açıkladığı “Yargı Reformu Strateji Belgesi”nde aynen şöyle demişti:
“Hakim ve savcılar için coğrafi teminat getiriyoruz. Mevcut tayin sistemi mesleki verimliliği olumsuz etkiliyor. Coğrafi teminat hakim ve savcıların isteği olmaksızın başka yere tayin edilememesi anlamına geliyor.” (30 Mayıs 2019)
Bir gün sonra da dönemin Adalet Bakanı Abdülhamit Gül çıkmış ve şöyle demişti: “Hakim ve savcılara coğrafi teminat getiriyoruz. Hakim bir karar verdi diye İstanbul’daysa alıp onu Kars’a gönderemeyeceksiniz. Hakim ve savcılarımız kararını verirken bir gün alıp filan adliyeye göndermeme hususunda teminat getiriyor.” (31 Mayıs 2019, AA Editör Masası)
Sayın Gül 12 Temmuz 2021 tarihinde yine şöyle demişti:
“Hâkimlerimize, savcılarımıza coğrafi teminat gibi çok önemli düzenlemelerin de önümüzdeki dönemde kanunlaşmasını bekliyoruz.”
Sayın Gül, görevden alınmadan çok kısa bir süre önce şöyle demişti:
"Hakim ve savcılar için de coğrafi teminat uygulaması getirilecek. Hukukun insan yaşamını zorlaştıran değil, kolaylaştıran tarafta olması gerekiyor.” (9 Ocak 2022)
İktidar vaat ettiği “coğrafi teminat” ilkesini kanunlaştırmadı. Bir gecede neleri kanunlaştıran iktidar, hakimleri güvenceye alan bu ilkeyi bir türlü Meclis’e getirmedi.
Ama iktidarla gayet uyumlu çalışan, çay toplamaya, çiçek toplamaya giden yargıçların gündeminde de “coğrafi teminat” olmadı.
2020, 2021, 2022 Adli Yıl Açılış Törenlerinde konuşan Yargıtay Başkanının konuşma metninde “coğrafi teminat” yer aldı mı? Yargıtay Başkanı konuşmalarında hiç “coğrafi teminat” konusuna değindi mi?
***
Mesela…
Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun yapısı sorunlu. Adeta iktidar partisinin bir organı gibi çalışıyor. Çünkü CB sistemiyle birlikte HSK’nın yapısı değişti. Kurulun 13 üyesinin 6’sını Cumhurbaşkanı Erdoğan, kalan 7’isini ise Meclis seçiyor. HSK’da CHP’ye yakın bir üye de var ve atamaları yapan kurulda görevli. HSK’da İYİ Partiye yakın üye de var.
HSK’daki iktidara yakın kurul üyeleri, iktidarın hoşnut olmadığı kararlar veren hakimleri sürüyorlar, iktidarın hoşuna giden kararlar veren hakimleri ve yine iktidarın hoşuna gidecek iddianameler yazan savcıları ödüllendiriyorlar.
Peki, CHP’ye yakın Kurul üyesi hakim Nimet Demir’in Kahramanmaraş’a, hakim Kürşad Bektaş’ın Tokat’a, hakim Halit Kılıç’ın Trabzon’a sürülmesine neden itiraz etmiyor, neden muhalefet şerhi yazmıyor?
İktidara yakın HSK üyeleri böyle ama muhalefet partilerine yakın HSK üyelerinin de çok fazla bir farkı yok…
***
Yazıyı yazarken aklıma ABD Federal Yüksek Mahkemesi’nin 4’üncü Başkanı olan, Dışişleri Bakanı olarak da görev yapan John Marshall’ın meşhur “Tanrının, azgın bir topluma vereceği en büyük ceza, yolsuz, cahil ve devleti yönetenlerinin emrindeki bir yargıdır” sözü geldi.
1803 tarihinde Marbury-Madison davasındaki tarihi kararı ile sadece ABD değil dünya hukuk tarihi açısından da önem taşıyan karara imza atan Marshall şöyle diyordu:
“Doğurduğu etki ve sonuç itibariyle yargı gücü kendisini her hanede hissettirir; topluluğa dâhil her şahsın mülkiyeti, onur ve haysiyeti, hayatı ve nihayet her şeyi onun elinden geçer. Bundan dolayı bir yargıç kendi Allah’ının ve vicdanının emir ve murakabesi dışında hiçbir etkinlik baskısına kapılmayacak şekilde mutlak bir bağımsızlığa sahip olmalıdır. Gençliğimin daha ilk çağlarından bugüne gelinceye kadar iman ettiğim ve inandığım bir şey var ise, o da şudur ki, günahkar ve nankör bir millete bu yeryüzünde yüklenecek en büyük cehennem azabı ve en zalim ceza, yargı bağımsızlığından mahrum bir adalet cihazıdır.”