Telefonum çaldı. Arayan tartışmaların odağındaki Şanlıurfa Valisi Sayın İzzettin Küçük idi.
Herkesin ulaşmaya çalıştığı Vali Küçük beni aradı.
Yok, hayır… Ben Sayın Vali’yi aradığım için bir geriye dönüş araması değil…
Çok üzgündü…
Üzgün olduğu kadar öfkeliydi de…
Telefonu açar açmaz benim daha “Başımız sağolsun” dememe bile fırsat bırakmadan konuşmaya başladı.
Dedi ki:
“Suruç’ta bir katliam oldu. Ölülerimiz var, yaralılarımız var. Biz kendi derdimize düştük. Ama daha ölülerimizin bedenleri soğumamışken, birileri alçakça bir operasyonun, alçakça bir hesaplaşmanın derdine düşmüş! Kan gölüne çevrilen ortalığı mı temizleyeyim yoksa üzerime yapıştırılmaya çalışılan algıyı mı düzeltmeye çalışayım? Ne yapayım ben? Vallahi yalan billahi yalan. Ayıptır. Günahtır.”
Sayın Vali nefes almadan konuşmaya devam ederken…
Ben araya girmeye çalışıp dedim ki:
“Sayın Vali, soru soran gazetecilere cevap verseydiniz keşke…”
Demez olaydım…
Vali Küçük dedi ki:
“Bakın siz de yazılanlar üzerinden konuşuyorsunuz. Yahu bir valinin gözaltına aldırma yetkisi yok! Yetkim olmadan nasıl gözaltı yaptırabilirim?”
Sayın Vali, şu meseleyi baştan anlatın lütfen!
Dedim ki:
“Sayın Vali, şu meseleyi bir baştan anlatabilir misiniz?”
Anlatmaya başladı:
“Tarih 16 Haziran. Mültecilerimizin sorunlarıyla ilgili olarak oradaki yetkililerimizle bir toplantı yapmak üzere Akçakale’ye gittim. Programımızı basına bildirmedik çünkü basın açıklaması yapmak gibi bir niyetimiz de programımız da yoktu. Bunun altını özellikle çizmek istiyorum. Basın davetimiz olmadı yani. Toplantılarımızı bitirdikten sonra sınıra uğradık. Basın mensupları olduğunu ve bir açıklama istedikleri yönünde bir talep geldi. Basın açıklaması yapacak bir durum yoktu ancak basın danışmanım kısa da olsa bir açıklama yapmanın faydalı olacağını söyleyince ‘tamam’ dedim.
Spontane gelişen bir durum oldu anlayacağınız. Konuşmaya başladım. Birkaç dakika sonra tuhaf bir durumla karşı karşıya olduğumu farkettim. Konuşmam kesilmeye, sabote edilmeye çalışıldı. Her kafadan bir ses çıkmaya başlayınca ben açıklamamı kestim. ‘Açıklama bitmiştir’ deyip bıraktım. Ve oradan ayrılırken basın danışmanıma ‘Buradaki arkadaşların tamamının basın mensubu olduğundan emin misin?’ diye sordum. Benden sonra emniyetteki arkadaşlarımız kimlik tespiti yapmışlar. Bu çok normal bir durum değil mi?”
Tutuklattırdığınız üç gazeteci meselesi nedir?
Ben de “Peki, size ‘Kentte IŞİD’li var mı?” sorusunu soran ve sonrasında da tutuklattığınızı söyledikleri üç gazeteci meselesi nedir?” diye sordum.
Vali Küçük “Öyle bir soruyu ne ben duydum ne de benim yanımdaki arkadaşlarım duydu. Zaten o kadar kargaşa vardı ki kimin ne dediği belli dahi değildi. Açıkça söylüyorum, öyle bir soru duymadığım gibi programımızda zaten yer almayan basın açıklamasını kısa kestim ve soru cevap kısmını yapmadık bile. Ayrıca ‘Kentte IŞİD’li var mı?’ sorusuna neden öfkeleneyim? Daha da önemlisi valilerin münferit olaylarda gözaltına aldırma yetkisi yok. Valiler ancak ve ancak toplumsal olaylar olduğu zaman gözaltı yaptırabilir. O gün orada toplumsal bir hadise yoktu. Münferit bir olaydı, karşı karşıya kaldığımız durum. Ama valilerin ‘kimlik kontrolü’ yaptırma yetkisi vardır. Ben o gün böyle bir istekte dahi bulunmadım. Sadece basın danışmanıma ‘Bu arkadaşların tamamının basın mensubu olduğundan emin misiniz, tanıyor musunuz’ diye sordum. O kadar.”
“Peki ‘Bu gazetecileri gözaltına aldırdı’ haberi nasıl çıktı?”
“Bilmiyorum. Önce önemsemedim de zaten. Çünkü gözaltı olsa tutanak tutulur. Kimmiş gözaltına alınanlar? Gözaltına alındığı iddia edilen gazetecilerin ‘kimlik kontrolüymüş’ diye açıklama yapmasına rağmen, ısrarla bu yalan devam ettiriliyor ve bir linç kampanyası yürütülüyor. Bilinçli olarak yürütülen bir operasyonla karşı karşıyayım.”
“Neden böyle bir operasyonla karşı karşıya kalasınız ki? Bir iddiada bulunuyorsunuz.”
“Bakın bir iddiada bulunmuyorum. Bilinçli olarak beni yıpratmaya yönelik bir algı operasyonuyla karşı karşıyayım. Bu linç kampanyasının arkasında paralel yapı var. Bugün daha net bir şekilde 16 Haziran’daki toplantının da bir provokasyon olduğunu söyleyebilirim.”
‘15 Nisan 2014’te MOBESE’den Plaka Tanıma Sistemi’nin fişi çekilmiş?!’
“Sebep ne?”
“Sebep şu: Urfa kritik bir yer. Akçakale, Suruç sınır ilçelerimiz. Biz burada Urfa Emniyet Müdürü ile emniyet içerisinde ve kendi kurumumuzda paralel yapıya geçit vermedik. Bugün Suruç’taki katliamı konuşuyoruz. Suruç’ta üç ay önce de patlamalar oldu. Şubat ayında emniyetimiz, düzenlediği bir operasyonla Suruç’ta patlatılmak üzere tesiri yüksek bomba düzenekleri ele geçirdi.
Neden paralel yapının hedefine oturduğum meselesine gelince... Kobane’de çatışmalar çıktı. Yığınla mülteciler geliyor ancak bize gelmesi gereken bilgi akışında bir tuhaflık olduğunu farkettik. Emniyetimiz aldığı istihbaratlarla sınırdan içeriye girdiği anlaşılan silah ve mühimmat ele geçiriyor. MOBESE kayıtlarında hiçbir şey yok, herşey güllük gülistanlık. Emniyetimiz yaptığı operasyonlarda ‘araması olan araçları’ yakalamasına rağmen MOBESE’ye girmemiş. Bu mümkün değil. Bunun üzerine düşünce gördük ki 15 Nisan 2014 tarihinde MOBESE sisteminden Plaka Tanıma Sistemi’nin fişi çekilmiş. Korkunç bir durum. Altı ay boyunca Plaka Tanıma Sistemi’nin devre dışı kaldığını gördük. Böyle bir şey mümkün olabilir mi? Olmuş. PTS’leri hemen devreye sokunca, sistem çalışmaya başladı ve patır patır bomba yüklü araçları yakalamaya başladık. Urfa Emniyeti Muhaberat Şube Müdürü PTS’lerin fişinin çekilmesi konusunda yazılı talimat vermiş. Peki muhaberat şube müdürünün böyle bir yetkisi var mı? Yok. Bir soruşturma başlattık. Bu kişileri tespit ettik. Şu an iki şube müdürü ve altı polisten müfettiş soruşturması bitenler yargılanıyor, diğerlerinin de soruşturması devam ediyor. Bu polisleri derhal açığa aldık. Bütün bu haberler zaten medyada yer aldı. Tüm dert bu.”
‘IŞİD’e katılması muhtemel yabancı uyruklu 170 kişi yakalandı’
“Peki, Sayın Vali Şanlıurfa’da IŞİD’li var mı?”
“Olmaz olur mu? Var elbette. Geçtiğimiz günlerde emniyetimiz iki IŞİD’liyi tutukladı. Son altı ayda IŞİD’e katılması muhtemel yabancı uyruklu 170 kişiyi yakaladık. Brezilyalı, İngiliz, Fransız, Özbek, Çeçen, Mısırlı... Yakalanan kişiler yabancı şubeye oradan konsoloslarına teslim edilerek sınırdışı edildi. Tekrar söylüyorum, bu soru beni kızdıracak bir soru değil. Kim, hangi bilgiyi isterse paylaşıyoruz. Böyle bir saçmalık olabilir mi?”
Vali Küçük ile telefonla mini bir mülakat yaptık.
Bir nevi gazetecilik şansı diyeceğim ama…
Keşke Suruç’ta bu katliam olmasaydı. Masum insanlarımız ölmeseydi…
Tekrar tüm Türkiye’nin ve Şanlıurfa’nın başı sağolsun. Başımız sağolsun.