Seçimlerin üzerinden iki hafta geçmiş olmasına ve neredeyse “yeniden sayılmadık sandık” kalmamasına rağmen, İstanbul seçimleri hakkındaki belirsizlik devam ediyor.
Maltepe’deki sayımlar yılan hikayesine döndü, bir türlü sonuçlanmıyor...
Dün, Cumhur İttifakı’nın İstanbul adayı Binali Yıldırım yaptığı basın toplantısında uzun uzun seçimlere “organize bir şekilde” şaibe ve yolsuzluğun karıştığını, kendi lehlerine oyların sandıkta “iç” edildiğini anlattı. Sayın Yıldırım dün, çok iddialı bir şekilde “sandıkların tamamının sayılması halinde” sonucun kendi lehlerine olacağını ancak CHP’nin buna izin vermediğini söyledi.
İki soru:
İstanbul’da “sandıkların tamamı yeniden sayılmış” olsaydı, sonuç CHP’nin aleyhine olur, AK Parti’nin lehine mi olurdu?
Bunu bilmiyoruz; seçim kurullarının ve YSK’nın kabul ettiği sandıklarda yeniden seçim yapıldı, bunu biliyoruz.
Yıldırım’ın ardından Millet İttifakı’nın adayı Ekrem İmamoğlu kamuoyunun önüne çıktı ve seçimlerini kazandığını söyleyerek kendi tezlerini anlattı.
Sayın İmamoğlu, “Bütün oyların sayılmasını YSK reddetti. Böyle bir usulsüzlük yok demek istiyor. Seçimde şaibe var demek, kaybetme hazımsızlığıdır. Binali Bey, somut bir delil ve somut bir usulsüzlük anlatamadı” dedi.
Siyasetçiler elbette ki “yoğurdum ekşi” demeyecekler, konu hukuki olsa bile, kendi tezlerini, argümanlarını destekleyen açıklamalar yapacaklar, kendilerinin haklı olduğunu ileri süreceklerdir.
Dolasıyla Cumhur İttifakı’nın ya da Millet İttifakı’nın ne söylediği çok da önemli değildir.
Önemli olan Yüksek Seçim Kurulu’nun vereceği kararın, gerek ülkemizde gerekse dünyada saygın hukukçuları ve uluslararası hukuki kurumları ikna edip etmeyeceğidir.
YSK tarihi bir sınavdan geçiyor. Zira kendi içtihatlarından vazgeçerek, hukukun dışına çıkarak vereceği karar hem ülkemizin hukuk devleti algısına ciddi zarar verecektir, hem de 31 Mart seçimlerini de 1946 Seçimleri ile aynı rafa koyacaktır.
Sayın Yıldırım dünkü basın toplantısında 1946 seçimlerine referans göstererek, seçimler tarihimizde sandığa ilk itiraz edenin 46 seçimlerinde CHP olduğunu söyledi.
Bir kez daha hatırlatmakta fayda var. Partilerin sandığa itirazlarda bulunmaları seçim sonrası yürütülen bir süreçtir ve gayet doğaldır.
Ancak “X sandığa” itiraz eden ve yeniden sayılmasını isteyen partiler, itiraz ettikleri sandıklarla ilgili olarak somut delilleri sunmaları gerekir. Yani “ben itiraz ettim, Yüksek Seçim Kurulu da itirazımı kabul etsin” olmaz.
Sayın Yıldırım’ın 1946 seçimlerine referans yapması önemlidir.
1946 seçimlerinin üzerinden kaç yıl geçti?
1946 seçimlerinden sonra CHP kaç seçime daha girdi?
46 seçimlerinin üzerinden yetmiş küsur yıl geçmiş. Cumhuriyet Halk Partisi belki üç yüze yakın seçime girmiş...
Fakat, “46 Seçimlerinin” sırtlarında oluşturduğu kamburdan, ayıptan kurtulamıyorlar.
Ne zaman “seçimlerle” ilgili bir “usulsüzlük”, bir “şaibe” gündeme gelse akla hemen 1946 faciası geliyor hemen akla dönemin CHP’si geliyor.
Hemen anlatılmaya başlanıyor:
Çok partili siyasi hayata geçildiği o tarihte, Demokrat Parti seçimlerin dürüstçe yapılması için çok mücadele etti.
Öyle bir dönemdi ki, bütün devlet teşkilatı siyasi bir parti üyesi gibiydiler, rejim de resmen “parti devleti”ydi. Dönemin kaymakamları CHP’nin ilçe başkanı, devletin valileri ise CHP’nin il başkanları gibiydiler.
Öyle bir baskı dönemi vardı ki, seçmenler oylarını göstere göstere kullandı, ama oy sayımı kapalı kapılar ardında yapıldı.
Cumhuriyet Halk Partisi, yeni kurulan Demokrat Parti henüz örgütlenme çalışmalarına devam ederken, DP’nin halkta karşılık bulacağını görüp, seçimleri kaybedeceğini anlayınca, Eylül 1946’da yapılması gereken belediye seçimlerini Mayıs 1946’da yapılmasını kararlaştırdı.
Her şey o kadar hızlı gelişti ki...
CHP Meclis Grubu 26 Nisan’da toplandı. Alınan seçim kararı, ertesi gün (27 Nisan) CHP’nin yayın organı Ulus gazetesinin birinci sayfasındaydı:
“Büyük Millet Meclisi seçimlerine hazırlık olmak üzere: Belediye seçimleri mayısta yapılacak”
Bütün Türkiye bir sabah kalktı ve erken seçime gidileceğini öğrendi.
Hükümet, CHP Meclis Grubu’nun aldığı aldığı bu karardan üç gün sonra belediye seçimlerinin öne alınmasına dair bir kanun tasarısı hazırladı. 29 Nisan’da TBMM’ye sevkedilen tasarı aynı gün görüşülerek kabul edildi.
1946 seçimlerine dair anlatılan çeşitli anılar mevcuttur. Ancak sanırım akıllarda yer eden, 46 seçimlerinin sembolü haline gelen Mersin Aslanköy’de yaşananlardır.
Bilenler bilirler, Arslanköy’de, Jandarma sandıkları teslim etmek istemeyen ve zabıt tutturmak isteyenler köylü kadınları tutuklar ve Arslanköylü kadınlar “devlete karşı gelmekten” dolayı yargılanırlar.
Dönemin CHP’si o seçimleri kazandı. Kazandı da ne oldu peki? Bugünün CHP’si, 70 yıl öncesinin CHP’sinin hatasından kurtulabiliyor mu?
Görüyor musunuz? Yetmiş küsur yıl geçse de tarihe geçen kara lekeler silinmiyor.
Geçmişten tecrübe çıkartmak gerekir. Aynı hataları yapmamak lazım.
Kazanmaya sevinmek kadar kaybetmeyi de olgunlukla karşılamak gerekir.
YSK’nın olası kararı İmamoğlu lehine olursa, seçimin ilk gecesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylediği gibi Türkiye ve İstanbul halkı “Bakalım nasıl yönetecekler, bakalım yönetebilecekler mi?” diye bakacak; İmamoğlu başarılı olamazsa AK Parti belediyeciliği özlenecektir.
İmamoğlu başarılı olursa bunun önemli siyasi sonuçlarının olacağı da bellidir.
YSK seçimlerin yenilenmesine karar verirse iki ay sonraki seçimlere kadar Türkiye yine heyecanlı bir “seçim dönemi” yaşayacaktır.
Her ne olursa olsun, en önemlisi, YSK’nın kararının siyasi etkiden uzak, tamamen hukuki nitelikte olup olmayacağıdır. Bu, Türkiye’nin ne ölçüde hukuk devleti olduğunun da bir göstergesi olacak.