Eğer Ahmet Davutoğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan devraldığı “emanete” sahip çıkmasaydı...
Emanete hıyanet etseydi.
Kendisine verilen görevin hakkını vermek için gece gündüz çalışmasaydı.
Tembellik yapsaydı.
‘Bundan sonra partinin Genel Başkan’ı benim’, “yetki de bende, güç de bende” diyerek şahsi atamalar yapıp, kafasına göre davransaydı ve AK Parti teşkilatlarında Erdoğan’ın izini silmeye çalışsaydı... Hani ne bileyim, AK Parti teşkilatlarında bir tasfiye operasyonuna falan kalkışsaydı.
AK Parti teşkilatlarında, milletvekillerinde kırgınlıkların yaşanmasına sebebiyet verseydi.
Paralel Yapı’yla mücadele sekteye uğramış olsaydı.
Terörle mücadelede başarısız olsaydı.
Yeni Anayasa’yı, Başkanlık sistemini öncelikli meselesi yapmasaydı, sümenaltı etseydi. Başkanlık sistemine karşı parlamenter sistemi savunsaydı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı bir saygısızlığı olsaydı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘ak’ dediğine ‘kara’, ‘kara’ dediğine ‘ak’ deseydi.
Aramızda farklılıklar var falan filan diye çıkışları olsaydı.
AK Parti tabanında Davutoğlu’na yönelik homurdanmalar çıksaydı, itirazlar yükselseydi, başarısız bulunsaydı. Sevilmeseydi... Bulunduğu makamı, koltuğu hak etmeyen birisi olsaydı. Beceriksiz olsaydı, liyakatsiz olsaydı...
AK Parti tabanı ve Ahmet Davutoğlu arasında doku uyuşmazlığı olsaydı.
Velhasıl kelam...
“Davutoğlu kardeşimdir” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’a saygısında, sevgisinde milim kusuru olsaydı...
Ne bileyim, Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan yüzde 49,5’le devraldığı partiyi yüzde 30’lara düşürseydi...
AK Parti’nin MKYK’sının üyeleri de bu haklı gerekçelere dayanarak... Alınlarının akıyla, başları dik bir şekilde çıkıp “AK Parti’de Genel Başkan değişikliğine gidiyoruz’ deselerdi...
Eğer... Gerçekten böyle olsaydı.
Analarının ak sütü gibi helal olurdu AK Parti’nin bir Genel Başkan değişimine gitmesi, imzalar toplanması...
Bir partinin MKYK’sı, bir partinin MYK’sı bunun için yoksa ne için vardır?
AK Parti gerçekten bir dava partisiyse, kişiler fani, AK Parti baki ise o zaman “artılara ve eksilere” göre değerlendirme yapılırdı.
29 Nisan'da yapılan MKYK’nın aldığı karar gayet demokratik olur, ‘darbe’ olarak algınlanmazdı. Kapalı kapılar ardında “yetkisi tırpanlanırsa, onur meselesi yapar istifa eder gider, sonuçta kendi gitmiş olur’ kirli hesapları yapılmazdı.
Ahmet Davutoğlu’nun “Bu yetkinin benim için bir anlamı yok, zaten şahsi atama yapmıyorduk” restine karşı B planı olarak cepte bekletilen o kirli pespaye “bildiri” sürülmezdi sahaya!
Ha böyle olunca... Ne mi olurdu?.. Her şey hakkaniyetli olsaydı. MKYK’da kimi başların yere eğilmesini gerektirecek utanç verici bir durum olmasaydı, o ayıplı MKYK’nın hemen sonrasında “Bizim bir numaralı sorunumuz aslında ne Anayasa, ne demokrasi, ne de başka bir şey, bizim bir numaralı sorunumuz aslında dürüstlük sorunuymuş” diyenler olmazdı.
Ahmet Davutoğlu’nun da bir diyeceği olmaz, başını önüne eğer çeker giderdi.
***
İşte o zaman...
AK Parti’ye gönül vermiş Ayşe teyzenin yüreği sızlamaz, Ahmet amca da “günahı neydi” sorgulamasına girmezdi.
Ancak şimdi AK Parti’nin, AK Parti tabanına bütün olup biteni anlatması, izah etmesi, kırılmış, gücenmiş gönülleri kazanması gerekiyor.
“Ahmet Hoca ne yaptı?” sorusunun mutlaka yanıtlanması gerekiyor.
Değilse...
Bu soru her geçen gün daha anlam kazanacak? Ve gözler “hainler mahallesine” çevrilerek ‘herkes mi kötüydü” sorgulaması başlayacak.
Yoksa çoktan başladı mı?