Başlığa çektiğim ve neredeyse hukukun amentüsü sayılan bu söz (kanunsuz suç ve ceza olmaz) ceza hukuku biliminin kurucusu olarak kabul edilen ve 1775-1833 yılları arasında yaşayan Alman ceza hukukçusu Anselemo Feurbach’a ait.
Kanunların başka türlü yorumlanmaya açık kapı bırakmayacak şekilde açık, net ve anlaşılabilir olmasını ve geriye yürümemesini gerektiren ‘kanunilik ilkesini’ anlatan Latince hukuki yasal bir terimdir: Nullum crimen, nulla peona sine lege... Türkçesi: Kanunsuz suç ve ceza olmaz.
Kanunilik ilkesi, anayasamızın 38’inci maddesinde şöyle yer alır: Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.
Kanunilik ilkesi, bir ülkenin yargı sisteminin düzgün çalışmasını sağlayacak en temel unsurdur. Zira bir ülkenin yargı sistemi düzgün çalışmadığı zaman bunun oldukça yıkıcı sonuçları olur. Çok geriye gitmeye gerek yok, Balyoz, Ergenekon, Askeri Casusluk, Oda TV, KCK gibi davalarda hukuku alaşağı ederek, yasalara uygun alınmayan kararların bu ülkeye verdiği zararlar ortada. Bir ülkenin yöneticilerinin yaptığı vahim hatalar, ülkenin ekonomisini çökertse, siyasi irade yeniden doğru politikalarla ülkenin ekonomisini toparlayabilir ve toplum nezdinde ekonomik krize sebep olan o hükümet vatandaşın nezdinde beceriksizdir vesaire. Siyasi irade yürürlüğe koyduğu doğru politikalar ve icraatlarla vatandaş nezdinde güven tazeleyebilir. Yani vatandaşın cebine ateş düştüğünde onu tolere edebilir. Fakat devlet vatandaşın vicdanına düşürdüğü ateşi kolay kolay söndüremez. Vicdanlar bir kere yaralandığında tedavisi kolay olmaz... O yüzden devletleri ayakta tutan, devletleri güçlü yapan adalettir. Adaletin olmadığı bir ülkenin ekonomisi uçsa, kişi başına milli gelirde bütün dünya ülkeleri sıralamasında birinci sıraya otursa ne olur?
***
Ülkede ‘ekonomi’, ‘eğitim’, ‘sağlık’ hatta ‘terör’ başlıkları dikkate alınarak ‘Öncelikle hangi sorunun düzelmesini istersiniz?’ diye sorulsa, şıklarda olmasa bile ülkenin büyük bir çoğunluğunun ‘adalet’ diye cevaplayacağını düşünüyorum.
Tam da bu sebeplerle ‘bu ülkede hukuk ve adalet varmış’ dedirtecek her gelişmeyi ülkemiz adına sevindirici buluyorum.
El kesilsin, beden gitsin ama adalet kessin ki, adalet o bedeni götürsün ki acımasın...
***
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, anayasal düzeni zorla ortadan kaldırmaya teşebbüs suçundan ayrı ayrı müebbet cezaları alan Ahmet Altan, Mehmet Altan ve Nazlı Ilıcak’ın ‘anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşebbüs suçundan’ değil ‘örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme’ suçundan yargılanmaları gerektiğine dair bir tebliğname hazırladı.
Ahmet Altan, Mehmet Altan, Nazlı llıcak ve diğer sanıklar hakkında suçlama ve ilk derece mahkemelerinin verdiği kararı inceleyen Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, tutukluların ‘anayasayı ihlal’ suçunu işleyip işlemediklerine dair yasal mevzuatı ve kanunları hukuki çerçevede bir inceleme sonucunda ve ‘Ankara’da hakimler’ var dedirten bir tebliğname hazırladığını söyleyebilirim.
Şöyle diyor Yargıtay Başsavcılığı, “Kanun koyucu TCK’nın 20/1 maddesinde yer alan ‘cezaların şahsiliği’ ilkesini de gözeterek, örgüt mensupları ve örgütteki konumu ve fiilinin niteleğine göre ayrı ayrı suç tanımlamaları yaparak ceza adaleti bakımından dengeli bir sorumluluk rejimi belirlemiştir. Örgüte yardım eden, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen, örgütün üyesi, yöneticisi veya kurucusu olanlar arasında hiçbir ayrım yapmaksızın her eylemin amaç suç olan TCK’nın 302 ve 309. Maddelerinde düzenlenen suçlardan cezalandırılması gerekeceği gibi bir sonuca ulaşmak mümkün değildir.”
Yani diyor ki, Ahmet Altan, Mehmet Altan, Nazlı Ilıcak olsa olsa örgüte bilerek yardım etmişlerdir ve bu suçtan yargılanmaları gerekir. Nazlı Ilıcak’a tekrar tekrar müebbet verdiğimizde, örgütün başında olan, silah kullanan, 15 Temmuz darbesinde halka silah sıkana hangi cezayı vereceğiz?
Yani diyor ki, Altanlar ve Ilıcak’ı, TCK 309’dan ‘anayasal düzeni zorla değiştirme ortadan kaldırma’ suçundan yargılamak için, cebir ve şiddet kullanmaları, anayasanın öngördüğü düzeni değiştirmeye yönelik bir fiilin icrasına başladıkları anda suçu işlemiş, suçu yolunu tüketmiş olmaları gerekiyor. Suçun kanuni tarifinde yer alan unsur veya nitelikli hal olarak belirtilmiş olan hareketlerin gerçekleşmiş olması gerekiyor. Bu bağlamda örgüt üyeliği ve örgüte yardım suçu unsurlarının değerlendirilmesi gerekiyor.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı diyor ki, kanun ve metinde yer almayan bir suçla yargılamak ve hüküm vermek ‘nullum crimen, nulla peona sine lege’ ilkesine ayrılık arzedeceğinden, ulusal mevzuat gereği AİHM kararlarına da ayrılık teşkil edecektir.
Elbette ki Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak’ın vakti zamanında FETÖ’ye vermiş oldukları destek unutulmamalı. Bugün, yargılanmaları gereken suçtan değil daha fazlasından yargılanarak haklarında mağduriyet oluşturulması sadece FETÖ’nün işine yarar.
Yargıtay 16. Ceza Dairesi, Yargıtay Başsavcılığı’nın hazırlamış olduğu bu tebliğnameye bakacak ve karar verecek.
Bakalım ve görelim. Temenni edelim ki, hukukun üstünlüğü ilkesi hakim gelsin. Adalet tecelli etsin...
Ne dersiniz, Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ün “Yargımızın lügatinden ‘pardon’ sözünü sileceğiz” sözü gerçekleşiyor gibi...