O kadar basit ki bunun cevabı…
Ancak bu soruya cevap verebilmek için önce şunları anlatmam lazım.
Son altı aydır, girdiğim her ortamda, kiminle karşılaşsam, kiminle görüşsem…
Siyasetçisinden iş adamına, esnafından gazetecisine… En yakınımdan en yabancısına varıncaya kadar…
Herkes ama herkes şunu soruyor:
“Erdoğancı mısınız?” yoksa “Davutoğlucu mu?”
Dost meclislerinde bu sorularla ilk muhatap olduğumda…
Birileri kafa buluyor, falan sandım.
Başladım ben de, hafiften kafa bulmaya, inceden inceye mavra yapmaya:
“Valla Mustafa Abinin ‘Erdoğan mı-Davutoğlu mu’ konusunda biraz kafası karışık. Henüz ‘kimci’ olacağımıza karar veremedi. Ocaktan bir şey diyor, Yusuf Abi başka bir şey diyor, Kiras ayrı telden çalıyor. Ama mutlaka ikisi arasında bir tercihte bulunacaklar. Üç vakte kadar karar çıkacak. Size net bir şey söylerim.”
Baktım ki mevzu “ti”ye alınmayacak kadar ciddi, bu algı operasyonuna inanmasalar da kalben mutmain olmak istiyorlar. İstiyorlar ki ben “Erdoğancı” olduğuma yemin billah edeyim, ettiğim yeminle de kalmayıp onları ikna edeyim.
La havle…
Erdoğan Cumhurbaşkanlığı makamına, Davutoğlu Başbakanlık makamına oturduğu günden bu yana ortaya ‘Davutoğluculuk’, ‘Erdoğancılık’ diye bir şey atıldı atılmasına da…
Bir gün bu soruyla muhatap olacağım aklıma gelmemişti.
Davutoğlu kim, Erdoğan kim? Kendisinden sonra Başbakanlığa da AK Parti’nin başına da elinden tutup Davutoğlu’nu getiren, layık gören kim?
Bu ayrışmanın zararını kim çeker? Hepimize yazık, günah değil mi?
Avazın çıktığı kadar bağır, kimsenin duyacağı yok. Bu fitne ateşini yakanlar, bu fitneye odun taşıyanlar, burada bir ateş yanmaya başlamış diye yaygara kopartanlar, 14 yıldır AK Parti’yi sandıkta alt etme umudunu yitirmiş kesimler olsaydı bunu anlayabilirdik.
Ama değil maaleseef.
Bunun öncesi var elbette. Gerçekte Müslümanlardan hazzetmeyen, dindar erkeklerle, başörtülü kadınlarla dahi aynı ortamı paylaşmaktan hoşlanmayan, dün 28 Şubat’ta Refah Partisi’ne bakışı neyse bugün de AK Parti’ye yaklaşımı aynı olan, gönül rahatlığı ile kendisini AK Partili olarak konumlandıramayan bir kesim…“Biz AK Partili değiliz Erdoğancıyız” demeye başladılar.
Acı olan şu: Bazı arkadaşlarımızın, mahallede rant olduğunu görüp gelen, hiçbir ahlaki değeri olmayan, muhteris müteahhit türü adamlara uyup akan sele kendilerini kaptırmaları.
Size kötü bir haberim var.
Ne yaparsanız yapın ne benden ne bu gazetedeki ekipten, Erdoğan düşmanı ne de “cı”lı bir şey çıkar. Bir menfaat, makam karşılığında Erdoğan’a yaklaşmadım ki, elimdekileri kaybedince düşmanlık yapayım…
Erdoğan’ın 14 yıl boyunca bu ülkeye kazandırdıklarını burada kalem kalem tekrar saymama gerek yok. Ancak bütün bunlar her şeyin mükemmel olduğu anlamına gelmez.
Öyleyse gelelim yazının başlığındaki sorunun cevabına:
Dindar kadroların yönettiği bu ülkede insanca yaşayalım. Bildiğiniz insan işte. Sıkıntılarımız olsun ama bildiğiniz sıradan sıkıntılarımız olsun. 28 Şubat medyasının bizlere karşı kullandığı üslubu, dili, habercilik anlayışını bizler kullanmayalım. Bizim medyamızdan düşmanca, nefretle parmak sallanmasın. Bir ulusalcı, laik, Kemalist artık her neyse, tamam bizi sevmesin, sandıkta AK Parti’ye oy vermesin ama bizim dilimizden, elimizden, adalet duygumuzdan emin olsunlar. Bizden zarar görmesinler. Bana zulmedenin günahı neyse onun bedelini ödesin. Başka bedeller ödetilmesin.
AK Parti’nin hikayesi bizim hikayemiz. Erdoğan’ın, Emine Hanım’ın, Davutoğlu’nun, Sare Hanım’ın hikayesi bizim hikayemiz. Bu kutlu bir davanın hikayesi. Hazin bir o kadar temiz bir öykü. Bu öyküyü kimsenin kirletmesine, bu öykü üzerinden şahsi hesaplar görülmesine müsaade edilmesin.
Kısaca böyle işte…
Bu arada, hepiniz hoş geldiniz Karar’a…