Ormanda uzunca zamandır huzur kalmamıştı. Yaşadıkları ormandaki yırtıcıların zamanlı zamansız hücumları, açgözlü talepleri, sadece kendi çıkarlarını düşünmeleri fazlasıyla gerginlik yaratıyordu. Bunun sebebi kralın yönetim tarzıydı. Öyle ki Kral (Aslan) kendi keyfi için neredeyse ormanı bile yakacak hale gelmişti.
Boşuna ‘halk hükümdarın dini üzerinedir’ denilmemişti, krala bakan diğer yırtıcılar da onun gibi davranıyordu. Orman halkı yıllardır devam eden bu düzenden yorgun düşmüş, bıkkınlık içindeydi, halkın büyük bir çoğunluğu onun zulmünden bizardı. Ormanda bir düzen gelsin, adalet sağlansın beklentisi artmıştı.
Bir gece Vezir Nizam (Aslan) yaşayan hayvanların temsilcilerini toplantıya çağırır, kralın öldüğünü haber verir ve yönetime kralın iki oğlundan birinin geçeceğini söyleyerek şöyle der:
“Biliyorsunuz kralımızın iki oğlu var; aslan pençesi Kudret ve Adil. Kudret babasının bir kopyası, onun tecrübesini yücelten bencil bir yönetici.”
Vezir Nizam daha sözünü tamamlayamadan halktan sesler yükselmeye başladı: “İstemeyiz onu, ülkeyi babasının malı sanıyor, astığı astık, kestiği kestik.”
Vezir Nizam devam etti:
“Adil’e gelince, eğitimli ve ahlaklıdır, hakkaniyet ve eşitlik duygusuna sahiptir, üstelik vatandaşlara ve istişareye önem verir, kalbi de şefkatle doludur.”
Hikâye de tam burada başlıyor.
***
Orman sakinleri daha iyi ve eşit bir yaşam düzenini sağlayacak, yeni kralın ormanı kendi keyfince yönetmesini engelleyecek bir iktidar düzeninin nasıl olması gerektiğini kendi aralarında tartışmaya başlıyorlar.
Baykuş “Farklı yönetimlerin kişilere bakışları da farklı olur. Otoriter yönetimler halkı özgür ve akıllı bireyler olarak kabul etmez, otoriter yönetimlerde halkın hak ve özgürlükleri olmaz, krala itaatten başka seçenekleri olmaz.”
Baykuş’u desteklemek isteyen Öküz: “Krallar ülkeyi tek adam olarak yönetirler ve sadece kendilerini önemli bulurlar. Tebaanın bir önemi yoktur. Bütün kararları tek başına verir, bütün politikaları kendisi belirler, sonra beğenmez değiştirir ve tam tersini yapabilir. Nitekim eski kralımız kendi iktidarı ve keyfi için neredeyse ormanı yakacak hale gelmemiş miydi? Vezir Nizam bize bundan kurtulmayı teklif ediyor, kralla birlikte ekibinin de söz sahibi olduğu, orman hakkında karar ve politikaların üretildiği bir yönetim şekli…” (sh.22-25)
TARİH TEKERRÜR ETMEZ, ASLINDA BİZE YOL GÖSTERİR
Baykuş’un sözlerinden sonra patisini kaldırarak söz isteyen Medeni lakaplı Sallakuyruk (köpek) geçmişten bir örnek anlatıyor:
“Demokratik sistemlerin ilerleyen dönemlerinde, ülkenin sorunlarını yakinen bilen, ikna kabiliyeti iyi, halkın içinden karizmatik bir lider iktidara geliyor. İlk yıllarda halkı mutlu ve müreffeh kılan bu lider, iktidar sahibi olmanın tadına varınca, gücünden ve halkın kendisine itaat etmesinden yararlanarak toplumun genel çıkarlarını değil, kendi çıkarlarını öne almaya başlıyor. Halkı endokrine ederek, tek adamlığını halka örtülü olarak kabul ettiriyor.”
Tarihte de örnekleri çok olan ‘tek adam’ sorunu anlatan Sallakuyruk devam ediyor:
“Tek adamın, şahsi çıkarlarını öncelemesinden rahatsız olan etrafındaki nitelikli, karar verme bilgi ve tecrübesine sahip, onurlu ve iyi niyetli kişiler birer birer uzaklaşıyorlar. Lider kendine sadık kişilerden oluşan oligarşik bir yapı kuruyor. Ehliyetli kişiler yerine yeteneksiz ama kendine sadık kişilerden oluşan bir kadro etrafını sarıyor, evet efendimciler, kifayetsiz muhterisler, menfaatçiler, sessiz itaatkarlar çoğalıyor.
Ülkede önce adalet, sonra ekonomi bozuluyor, vergi gelirleri azalıyor, devlet bütçesi zarar ediyor, para ihtiyacı çok artıyor. Usulsüzlükler, yolsuzluklar artıyor, halk rüşvet ve bağış zorlamalarından bizar oluyor. İş adamları önce yatırım yapmamaya, sonra başka ülkelere göç etmeye başlıyor
Hangi rejimi tercih ederseniz bilemem; tek adam rejimini asla düşünmemenizi, denge ve fren sistemi içinde çalışan bir demokrasiyi tavsiye ederim?” (Sh.27)
Adil Pençe bütün bu konuşmaları dinliyor, orman sakinlerine, iktidara geldiğinde adaletle yönetme sözü veriyor ve yönetim ilkelerini tek tek sayıyor.
İktidara geliyor da… İktidarının ilk dönemlerinde Vezir Nizam’ın ‘bir liderin başarısı yanındaki arkadaşlarının başarısından gelir, iktidarını kabul ettirmek için başarılı olmak gerekir, bunun da için de ehliyet ve liyakat sahibi kadrolara ihtiyaç var. Yöneticinin aklı yardımcılarını isabetle seçmesiyle ölçülür. Bir yöneticinin değeri görevlendirdiği insanlarla, gönderdiği elçilerle ortaya çıkar’ nasihatini dinliyor ve yönetim kadrosunu liyakat ve ehliyet sahibi hayvanlardan oluşturuyor.
***
Bu alıntıları George Orwell’in bir yönetim biçimi hayalinin nasıl diktatörlüğe dönüştüğünü hayvanlar üzerinden anlattığı ünlü “Hayvanlar Çiftliği” romanından mı aldım? Hayır.
Benzerlik hissedebilir, hikâye tanıdık gelebilir ancak değil. Evet, bir ölçüde benzerlik var fakat Orwel zamanındaki totaliter sistemleri düşünerek, tasavvur ederek yazmıştı meşhur romanını.
Halbuki benim alıntı yaptığım kitabın yazarı böyle tasavvur ederek değil, bizzat yaşadığı siyasi ve idari tecrübelerini esas alarak yazmış.
Orwell’den daha gerçekçi ve kesinlikle daha iyi.
***
Ben bu satırları kamu reformu alanının saygın otoritelerinden olan Prof. Dr. Ömer Dinçer’in son kitabı Hüner ile Güher’den alıntıladım.
Dinçer kitabının önsözünde üstüne basa basa şu ikazda bulunuyor: “olayların, kişilerin ve kurumların gerçek kişi ve kurumlarla ilgisi yoktur, günümüz siyasetiyle benzerlikleri insan fıtratından ve yönetimin evrenselliğinden kaynaklanmaktadır. Okuyucumuzun zihinde kişi ve kurumlara uyarlaması arzumuzun hilafınadır.”
Ama bu pek mümkün değil.
Çünkü anlattığı bizim hikayemiz. Kendi tecrübelerinden ve sonrasında “fırtınaya uzaktan yaptığı tanıklıkla” çıkardığı dersleri ve ilkeleri, Aslan, Kaplan, Kurt, Köpek, Baykuş, Tilki gibi sembolik hayvan tiplemeleriyle bir ülkedeki yönetim tarzını anlatıyor. Çürümeyi, yozlaşmayı, bir devleti neyin yıkacağını anlatıyor.
Evet, bütün anlattıkları her çağda yaşanmış şeyler.
Kuvvetler ayrılığının tesis edilmediği, bütün yetkilerin tek elde toplandığı (sistemin adının ne olduğunun bir önemi yok) bütün sistemlerde yaşanabilir. Yaşandı da.
Dinçer’in kitabındaki Vezir Nizam, Güher, Hüner, Sivriburun, Tospik, Tombul, Çarpık o kadar tanıdık ki…
Mesela şu hadise ülkemizin kaç kurumunda yaşanmıştır. Şu satırları okuyan bürokratlar arasında kaç tanesi kendisinden bahsedildiğini hisseder. Bakanlar, yöneticiler arasında mesela böyle bir hadiseyle karşı karşıya kalmayan var mıdır:
Kral’a daima adaleti, doğruluğu, hukuku tavsiye eden Hüner yozlaşma konusunda ve kurumlardaki hiyerarşinin alaşağı edilmesinin zararlarını şöyle anlatıyor:
“Bir yöneticinin kendi yardımcılarına değil de onların yardımcılarına veya başka kurumun çalışanlarına doğrudan emir vermesi, yönetimin ‘Kumanda Birliği İlkesi’ne aykırıdır. Öyle durumda en basitinden daha üst kademelerle temas halindeki çalışan kendi yöneticisini hafife almaya ve onun emirlerine kulak asmamaya başlar. Bu tüm kurumlar için ciddi bir maliyet oluşturur, etkinliğini azaltır. Daha da önemlisi toplum veya kurumun kültürünü yozlaştırır, iklimi bozar.” (sh.98-99)
***
Dinçer dünden, geçmişten, yüzyıllar öncesinden verdiği örneklerle aslında günümüzü, ülkemizin son beş yılını, hukukun tesis edilmediği, kuvvetler ayrılığı ilkesinin hakim kılınmadığı yönetim sistemlerinin kaçınılmaz sonunu anlatıyor.
Mutlaka okunması gereken bir kitap. Ama keşke bu kitabı asıl okuması gerekenler okusalar.
Hamiş: Gelelim yazımın başlığındaki soruya. Kitaptaki çoğu karakteri buldum ama Adil Pençe’ye sürekli duymak istediklerini söyleyen, ekonomi ve kamu yönetimi okumuş, uluslararası şirketlere danışmanlık yapmış, “otoriter liderlik ekonomik kalkınma için uygun bir model” tavsiyeleri veren, otoriter yönetimi öven, teşvik eden, Adil Pençe’nin çevresindeki sağduyu sahibi arkadaşlarını kendi ilerlemesine engel gördüğü için adım adım uzaklaştıran, “Yüksek İstişare Heyeti kurulsa ve bu heyete bazı aklı başında muhalifler dahil edilse fena mı olur” akılları veren (Kurt) Güher’in kim olduğunu bulamadım.
Ömer Dinçer: Hüner ile Güher /Geleneğin İzinde Modern Bir Fabl/Klasik Yayınları