Tarih 1 Kasım 1755… Hıristiyanların her yıl kutladıkları Azizler Günü’nde, Portekiz Krallığı sabahın ilk saatlerinde 09.40’da 8.5 ile 9.0 büyüklüğündeki bir depremle sarsıldı.
Merkez üssü Atlantik Okyanusu olarak belirlenen depremde en büyük yıkım okyanusun kıyısındaki Lizbon’da gerçekleşti.
Lizbon, 18. yüzyılda Londra, Paris ve Napoli’den sonra Avrupa’nın en zengin, en görkemli şehriydi.
Masalsı bir güzelliğe sahip Lizbon için o dönemlerde “Tanrı’nın yaşamak isteyeceği şehir” veya “Azizlerin başkenti” deniliyormuş.
O sabah Lizbon halkı kıyametin koptuğunu, dünyanın artık sonunun geldiğini düşündüler. Gözlerinin önünde yerin altı üstüne, üstü altına geçti. Şehirde 5 metre genişliğinde yarılmalar oluştu. Binaların yüzde 85’i yıkıldı; yıkılmayan evler, binalar, kiliseler, katedraller ise alevlere teslim oldu. 32 Katolik kilisesi harabeye döndü. Portekiz’in kendine özgü 16. yüzyıl Manuelin mimarisinin çoğu yıkıldı ve depremden 7 ay önce açılan opera binasından geriye bir avuç kül kaldı. Kraliyet hastanesi, içindeki yüzlerce hastayla birlikte yandı. Ülkenin ulusal kahramanı Nuno Alvaraes Pereiara’nın mezarı kayboldu.
Göğü saran alevlerin içinden çığlıklar yükseliyordu diye anlatılır.
Rivayet o ki yangın çıkmasının nedeni, depremin Azizler Günü’nde gerçekleşmesiymiş. Şehirdeki tüm kiliseler ve evlerde yanan mumların sarsıntıda devrilmesi korkunç bir yangına sebep olmuş. Korkuyla sahildeki açık alana sığınan halk, denizin yarıya kadar çekildiğini, dipte yatan gemi batıklarını görmüşler.
Felaket depremle sınırlı kalmamış, 40 dakika sonra büyük bir tsunami gelmiş, şehir sular altında kalmış.
***
Depremin sarsıntısını tüm Avrupa hissetmiş, tsunami İngiltere ve İrlanda sahillerini vurmuş.
1 Kasım 1755 günü Portekiz Krallığı’nda asrın felaketi, asrın trajedisi yaşandı; tüm yerleşim alanları kullanılamaz hale geldi. 100 bin nüfuslu Lizbon’da 50 binin üzerinde insan öldü. Kimi kaynaklarda ise can kaybının 100 bin olduğu yazılı.
1755 depremi kronolojik olarak 1321 ve 1531 depremlerinden sonra Lizbon’u vuran üçüncü en büyük depremdi ve tarih kayıtlarına da “Büyük Lizbon Depremi” olarak geçti.
Azizler Günü’ndeki kıyamet, ülkenin tarihini ve tarihsel hafızasını yok etti.
Depremin Azizler Günü’nde meydana gelmesi ve çok büyük bir yıkım gerçekleşmesi halkta isyana sebep oldu. Bu arada ‘kader’, ‘fıtrat’, ‘Tanrı’nın cezası’ gibi kavramlar etrafında başlayan tartışmalar Kilise’ye sadık dindar insanların kafalarını karıştırdı.
Voltaire, yaşanan trajedi üzerine yazdığı ve 1756’da yayınladığı “Lizbon Felaketi Üzerine Şiir” başlıklı şiirinde yaşanan dehşeti ve sonrasındaki tartışmaları şöyle dile getiriyordu:
“Haydi, gelin de dikkatle seyredin bu korkunç yıkıntıları,
Küllerini şu talihsizin, şu döküntüleri, şu kalıntıları,
Birbirinin üstüne yığılmış şu kadınları ve çocukları,
Parça parça mermerler altındaki şu dağılmış uzuvları.
Görün parçalayıp yuttuğu şu yüzbinlerce zavallıyı yeryüzünün...
Bu kurban yığınını,
Kanlar içinde yatan bu çocukları gördüğünüzde şöyle diyebilecek misiniz:
Tanrı cezalandırdı.
Ölmeleri, suçlarının bedelidir.”
***
Gerçek bir kıyametti kopan. Lizbon’da meydana gelen dehşet sadece Avrupa devletlerini değil, Osmanlı İmparatorluğu’nu da derinden etkiledi, tedirgin etti. Bir parantez açayım:
1894 yılında meydana gelen İstanbul Depremi’nin ardından II. Abdülhamit döneminde Musul’da Milli Eğitim Müdürlüğü yapan Resili Mesti, deprem ve depreme dayanıklı bina yapımına karşı duyarlılığın artmasına yönelik “Siper-i Zelzele” başlıklı bir çalışma kaleme aldı ve bu çalışmada Lizbon’da yaşanan büyük depreme uzunca bir yer ayırdı. Üç bölümden oluşan çalışmada, depreme dayanıklı evlerin nasıl inşa edileceğini şekiller ve resimlerle anlattı. Deprem öncesi ve deprem esnasında yapılacakları ve ihtiyaçları yazdı. Risale olarak basılıp halka dağıtıldı.
Parantezi kapatalım.
***
Deprem Avrupa Aydınlanma Çağı’nın aydınları arasında tartışma konusu oldu. Başta Rousseau ve Voltaire gibi ünlü düşünürler olmak üzere dönemin aydınları dikkatleri depremin sismik yönüne ve kentteki yanlış yapılanmaya çektiler. Yaşanan felaketin kader olmadığını, Tanrı’nın bir cezası olmadığını, aksine yapılan hatalar sonucunda depremin bu derece büyük bir felakete dönüştüğünü söylediler.
Depremi en farklı açıklayan ise Alman filozof Immanuel Kant oldu. Yaşanan felaketin ardından depremle ilgili mümkün olan bütün bilgileri toplayan Kant, Lizbon depremine ilişkin bilimsel temele dayalı bir metin yayınladı. Kant’ın o tarihte deprem üzerine ortaya koyduğu teori yanlış olsa da deprem üzerine kaleme aldığı metin sismoloji biliminin yolunu açtı.
Portekiz Krallığı felaketten sonra şehri yeniden kurma görevini Marques de Pompal’a verdi. Pompal benzer bir trajedinin tekrarlanacağından endişe ederek binaların deprem önleyici sistemlere sahip olmasını sağladı. Binalara ‘sallanan fakat yıkılmayan’ esnek ahşap yapı yerleştirerek, binalarda ‘kafesleme yöntemini’ kullandı. Sarsıntıyı taklit etmek için askeri birliklere binaların etrafında yaptırdığı yürüyüşler deprem mühendisliği bilimin doğmasına yol açtı.
Bütün Avrupa ülkeleri Büyük Lizbon Depremi’nden dersler çıkardı.
***
1755 yılında meydana gelen korkunç Lizbon depremi, insanları ‘kader’ deyip geçmeden jeolojik sebepleri araştırmaya sevk etti. Yerbilimlerinin ve sismolojik araştırmaların gelişmesi böyle başladı.
Batılılar depremle baş etmenin yöntemlerini buldular, buldukları yöntemleri geliştirdiler. Sağlam yapıların hayatları koruduğunu, öldürenin deprem değil yapılar olduğunu gördüler.
Bilime yüz çevirmediler, bilim insanlarını dışlamadılar.
Bugün depremlerin vakti zamanı, gök cisimlerinin hareketleri gibi dakikası dakikasına bilinemiyor ama fay hatlarının yerleri ve nerelerde deprem olacağı biliniyor…
İşte Naci Görür Hoca’nın son depremlerle ilgili öngörüleri acı gerçek olarak ortaya çıkıyor… İstanbul depremi hakkındaki uyarıları son derece önemli…
Bilime değer veren bir yönetim, şehir planlamasını ve imar denetimini buna göre uygular ve kayıplar asgariye iner.
Maraş, Hatay, Adıyaman başta olmak üzere 11 ilimizi etkileyen deprem iktidarın bilim insanlarının uyarılarına değer vermediğini, deprem öncesi alınması gereken tedbirleri, yapılması gereken denetimleri uygulamadığını ortaya koydu. Sonuç, büyük bir trajedi oldu.
Şimdi tehlike çanları Marmara için çalıyor.
***
Geliyorum diyen bir İstanbul depremi var. 20 küsur yıldır bu ülkeyi yöneten Tayyip Erdoğan ve iktidarı ne yaptı? Hangi önlemleri aldı? Hangi hazırlıkları yaptı?
22 yılda depreme dayanıksız kaç binayı yıktı ve yerine depreme dayanıklı binalar yapılmasını sağladı?
Bunları bilmiyoruz; ama bugün ortaya çıkan tablo yirmi küsur yıldan bu yana gözle görülür, elle tutulur nitelikte hemen hiçbir yapılmadığını gösteriyor.
Depremde on binlerce can kaybının olması, on binlerce binanın enkaza dönüşmesi kader değil, işin fıtratında da zinhar böyle bir şey yok.
2023 yılındayız ve ülke olarak maalesef 1755 yılının bile gerisindeyiz. Avrupa kader, fıtrat tartışmalarını 1755 yılında terk etti. Ama bizim ülkemizde iktidar sahipleri halen dahi kader, fıtrat, asrın felaketi diyerek, 20 küsur yıllık siyasi aymazlık ve eyyamcılığın üstünü örtmeye çalışıyor maalesef.
NOT: Bu yazıyı yazarken https://boboscope.com/icerik/buyuk-lizbon-depremi-ve-avrupanin-ahlaki-degi ve https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/162719 makalelerinden faydalandım