Bu sene adli yıl açılış töreni Beştepe’de değil, Yargıtay’ın yeni hizmet binasında yapıldı.
Biliyorsunuz Cumhurbaşkanı Erdoğan yaptığı hizmetleri sayılarla, metrekarelerle, kilometrelerle anlatmayı ve bununla övünmeyi seviyor; niteliği değil niceliği, kaliteyi değil görünürlüğü önemsiyor.
Sayın Erdoğan eğitimde yaptıkları okulların, kurdukları üniversitelerin sayılarını büyük bir heyecanla anlatıyor. Ama eğitimin kalitesinde ve bilimsel yayınlarda nerede olduğumuzu söylemiyor. Her şehre üniversite açmakla övünüyor ama üniversitelerimiz neden ilk 500 içerisindeki yerimizi kaybetti bunu anlatmıyor. Ya da ülkemize ilk 500 içerisine girecek hangi üniversiteyi kazandırdığını söyleyemiyor.
Türkiye 2018 yılından bu yana CWUR (Center for World University Rankings) adlı uluslararası kuruluşun yayınladığı ilk 500 üniversite içinde yer alamıyor. ODTÜ, 2014 yılında 2014 yılında 396’nıcı sırada yer almıştı, 2018 yılında 596’ıncı sıraya düştü. 2021 yılı sıralamasında 571’inci sırada yer alabildi.
AK Parti 19 yıllık iktidarında 200’e yakın üniversite açtı ama açtığı üniversiteler arasından ilk 500’e giren olmadı. Oysa 2008 yılında Sayın Erdoğan “Bütün üniversitelerimizin dünya ile rekabet edebilir bir noktaya ulaşması için azami gayret içinde olacağız. Bundan kimsenin şüphesi olmasın” sözü vermişti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan 3 Ekim 2018’de Beştepe’de düzenlenen akademik yıl açılış törenindeki konuşmasında, Türkiye’nin ilk 500 içerisine çok daha fazla üniversite ile gireceğini vaat etmişti. Çok daha fazlayı bırakın o tarihten bu yana ilk 500 içinde yer alamıyoruz bile. Üniversitelerimizin sayısındaki artış ülkemiz için iyiye işaret etse bile bunun yeterli olmadığı ortada.
***
Adalet alanında da böyle. Hamasetten, popülizmden geçilmiyor, sloganik konuşmalar bir türlü bitmiyor. Bunun için de yüz yıldır dünya ile aradaki mesafeyi kısaltamayan, dünyanın gerisinde kalan Türkiye gerçeği de maalesef bir türlü değişmiyor. Eğitim denilince okulların bina sayılarını, adalet deyince görkemli adalet binalarını konuştuğumuz sürece bu hep böyle olacak.
Nitekim ülkemizin ağır adalet sorunları var, toplumumuzun yüzde yetmişi yargı sistemine güven duymuyor, hakimlerin adaletle karar verdiklerine inanmıyor ama iktidar yetkilileri dalga geçer gibi çıkıp “devletin dini adalettir, adalet yerini bulsun isterse kıyamet kopsun” açıklamaları yapıyorlar.
Adli açılış töreninde yine aynısı oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan yeni binanın başarılı proje mimarı gibi Yargıtay binasının özelliklerini anlattı:
“Yeni hizmet binasının 422 bin 465 metrekare kapalı alanı bulunuyor, binada 24 daire başkanı odası, 309 üye odası, 48 kıdemli tetkik hakimi, 744 tetkik hakimi, 20 poliklinik, 1361 kişilik üç yemekhane, 1567 araçlık otopark alanı da yer alıyor.” (1 Eylül 2021)
Güzel modern adalet saraylarımız, görkemli Yargıtay binalarımız elbette olsun ama Sayın Erdoğan adalet sarayları yapmaya önem verdiği kadar adaletin kendisine önem verseydi keşke. Adalet sarayları inşa etmeyi önemsediği kadar o adalet saraylarında adaletin tecelli edilmesine de kıymet verseydi. “Devletin dini adalettir” söylemini gerçekleştirmek için çaba sarf etseydi. Hukuk devletini inşası için adımlar atsaydı ve bununla övünseydi.
Adalet, hukuk, demokrasi, temel hak ve özgürlükler söylem olarak kalmasaydı.
Yargıtay Başkanı Mehmet Akarca konuşmasında hakim ve savcılar mesleğe alınırken liyakat sisteminin esas alınması gerektiğinin altını çizdi. Akarca liyakatin yargı sistemindeki hayati bir önemini anlatmak için şu örneği verdi: “İyi bir hakimi daha iyi bir hakim yapabilirsiniz, kötü bir hakimi iyi bir hakim yapamazsınız.”
***
İktidarın 2014 yılında yaptığı değişiklik ile Yargıtay tetkik hakimliği ile Yargıtay Cumhuriyet savcılığına yapılan atamalarda Yargıtay Başkanlığının ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının görüş bildirme yetkisinin kaldırılmasının Yargıtay’a aidiyet duygusunun zayıflamasına neden olduğunu ifade eden Sayın Akarca muvafakat sistemine yeniden dönülmesini istedi.
Sayın Akarca bu siteminde haklı. Tetkik hakimleri Yargıtay için önemlidir, Yargıtay’da hukuk dairelerine gelen dosyalar öncelikle tetkik hakimleri tarafından incelenir. Nihai kararları dairlerin başkanları ve üyeleri verir... Ancak dosyaları dava dilekçesinden, cevap layihalarına kadar bütün detayları ile tetkik hakimleri inceler ve bu incelemelerini Yargıtay Daire Başkanlığına bir raporla sunar. Dairedeki üyelerle dava dosyasıyla ilgili bilgilendirmeler yapar... Bundan dolayı Yargıtay’a atanacak tetkik hakimleri, meslekte en az beş yılını fiilen doldurmuş olan adli yargı hakimleri ve cumhuriyet savcıları arasından seçilirdi.
Bu kural 2011 yılında geçici hükümle kaldırıldı, Yargıtay’ın görüşü alınıyordu, tetkik hakim atamalarında 2014 değişikliği ile o da kaldırıldı. Nitekim 2018 yılında sonrasında bırakın meslekte 5 yıllını doldurmayı yüzlerce avukat önce mesleğe kabul edildi, 24 saat sonra da jet hızıyla tetkik hakimi yapıldılar. 24 saat sonra “Yargıtay Tetkik Hakimliğine” terfi ettirilenler arasında dönemin Danıştay Başkanı Zerrin Güngör’ün kızı Gonca Hatinoğlu da vardı. HSK kamuoyundaki yükselen tepkiler üzerine kendisini “kanun ne diyorsa onu yaptık, kanunda yazıyordu” diye savunmuştu. (Mart 2018)
Yıllarca savunma yapmış, dava dosyalarına bakmamış, karar vermemiş avukatlar bir gecede tetkik hakimliğine terfi ettirilmişti.
Sayın Akarca işte bunu söylüyor, iktidara uygun bir üslupla liyakat sistemi en azından yüksek mahkemeler için geçerli olsun diyor. Liyakatli hakimler ve savcılar olmazsa yargı sistemine güven olmaz diyor. Çünkü yanlış kararlar çıkıyor, kes kopyala yapıştır dosyalar hazırlanıyor.
Yargıtay’a başkan olur olmaz “kuvvetler işbirliğini” savunan Mehmet Akarca’nın bu isteği ciddiye alınır mı bilmiyorum. Çünkü kuvvetlerin tek elde toplandığı bir sistemde Yargıtay’ın görüşünün önemseneceğini zannetmiyorum. Nitelikli hakim ve savcı isteniyor mu, bundan emin değilim.